ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣﻤﻦ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢ
Kur'an ve Sünnet

TEVHİD


 
 
  بســـم الله الرحمن الرحيم
 
  
   
 
Tevhid'in Manası
 
  
   
 
Alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun, Rasullerin önderi ve nebilerin sonuncusu Muhammed'e (s.a.v.) ve Onun ashabına salat ve selam olsun. 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Ben cinleri ve insanları, yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat:51/56)                 
 
Allah (c.c.) bu ayeti kerimede insanları ve cinleri sadece kendisine ibadet etmeleri için yarattığını bildiriyor. İşte tevhid budur. Nuh'tan (a.s.) Muhammed'e (s.a.v.) kadar gelen rasullerin getirdiği esas, hep bu olmuştur. 
 
Tevhid; Vahhade - Yuvahhidu'nun mastarıdır. 
 
Tevhid'in sözlük anlamı, bir şeyi tek olarak bilmektir. 
 
Şer'i anlamı ise, Allah'ı (c.c.) zatında, sıfatlarında ve fiillerinde eşi ve benzeri olmadığına inanarak tasdik etmekle beraber, ibadet ile de birlemektir. Yani ibadeti O'ndan başkasına yapmayıp, yalnız O'na tahsis etmektir.
 
Tevhid, İslam akidesini akli ve nakli delillere dayanarak açıklayan ilimdir.

 
Tevhidin Türleri
 
  
   
 
Tevhid üç kısma ayırılır: 
 
1 - Rubûbiyyet Tevhidi, 
 
2 - Ulûhiyyet Tevhidi, 
 
3 - İsim ve Sıfatların Tevhidi.

  

Rubûbiyyet Tevhidinin Delilleri
 
  
   
 
Kerim olan Allah'ın rububiyetini inkar eden cahillere şöyle denir: 
 
"Akıl sahibi hiçbir kimse müessiri (yapıcısı) olmayan bir eser, faili olmayan bir fiil ve yaratanı olmayan bir yaratığın bulunduğunu kabul etmez."
 
Sen bir iğne gördüğün zaman onun bir ustası bulunduğuna inanırsın da akıllara durgunluk veren, düşünceleri alt-üst eden şu muazzam kainatın bir yaratıcısı olmadan yaratıldığını nasıl söylersin? 
 
Bu evrendeki yıldızlar, bulutlar, şimşekler, yıldırımlar, karalar, denizler, geceler, gündüzler, karanlıklar, aydınlıklar, ağaçlar, çiçekler, cinler, insanlar, melekler, hayvanlar, sayılan bilinmeyecek ve toplanamayacak cinsler nasıl olmuş da bir icat eden bulunmadığı halde vücuda gelmiş, yokluktan varlık alemine çıkmışlardır?
 
Allahım Sana sığınırım. Akıldan biraz hissesi ve anlayıştan biraz nasibi olan bir kimse böyle bir şey söylemez, söyleyemez. 
 
Sonuç olarak, Allah'ın (c.c.) rububiyeti hususundaki deliller saymakla bitirilemez.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Yoksa kendileri, hiçbir şey olmadan (yani bir yaratıcı olmadan, yahut boşu boşuna)mı yaratıldılar? Yoksa yaratanlar kendileri midir?" (Tur: 52/35) 
 
Hiçbir şeyin yaratıcısız yaratılmadığı ve kendi kendisini de yaratmadığı  açıktır. Ne Arap müşrikleri ne de onlardan öncekiler veya sonrakiler, gökleri ve yeri kendilerinden birinin yarattığını iddia etmediler, o halde yaratan kimdir?
 
Bu sorunun bir tek cevabı vardır: 
 
İnsan, fıtratına kulak verdiği takdirde, müşriklerin de verdiği cevaptan kendini alamaz. Bu cevap ise, her şeyi yaratanın Allah (c.c.) olduğu gerçeğidir.
 
Ama Dehriler, Komünistler ve onların kirli talimatına bulaşanlar, insanı, kainatı ve kainatın içinde olan her şeyi tabiatın meydana getirdiğine ve onları yaratanın tabiat olduğuna inanıyorlar.
 
Aynı zamanda onlar biliyorlar ki, O ilahlaştırdıkları tabiat, bizatihi Allah'ın (c.c.) yaratıklarından bir varlıktır. Allah'u Teala onu birtakım sıfat ve hususiyetlerle tahsis etmiştir. Gök, yer, güneş, yıldızlar, denizler, ağaçlar... vs. gibi.
 
Tabiat, görüldüğü gibi ne hayat, ne ilim, ne işitme, ne görme, ne kudret, ne irade ve ne de akıl sahibidir. Bu kadar Yüce sıfatlarla muttasıf olan insanı nasıl olmuş da o kör ve sağır tabiat yaratmıştır?
 
Hiç akıl alır mı ki; tabiat insana bunca kıymetli sıfatları versin de, o insan denizlerin diplerinde araştırma yapsın, fezaları yıldızları keşfetsin ve kendisi bütün bu üstün sıfatlardan yoksun kalsın. Bir kimse kendisinde olmayan şeyi başkasına veremez. Onlar akılsızlık, cehalet ve din ehline olan inatlarıyla, her türlü noksanlıktan münezzeh ve her türlü mükemmel sıfatlara sahip olan ve kainatı yaratan Allah'ın rububiyetini inkar ederek, kör ve sağır olan tabiatın yaratıcı olduğunu söylediler.
 
Ben inanıyorum ki, onların Allah'ı (c.c.) inkarları dilleriyle söylemelerinden öteye varmıyor ama, din ehline karşı inatçılık yapıyor ve bu zihniyetleri ile mallarını sömürüyorlar. Bu küfrün yayılmasıyla hürriyet adına başıboşluk doğuyor ve insanlık adına utanç verici aşağılığa düşüyorlar, böylece mal ve namusları da payimal ediliyor.
 
Onların bu görüş ve inançlarının ne kadar batıl olduğunu şöyle açıklamak da mümkündür: 
 
Madem ki tabiat insanın emrine musahhar (amade) ve insan yeryüzünde olan her şeyin efendisi kılındı, yapıp yıkarak istediğini istediği şekilde yaptı. Tabiat ise bu sırada kendisine hiç karşı çıkmadı ve isyan da etmedi. Tabiat her şeyi yarattığı halde nasıl oldu da kendi nefsine bir menfaatin elde edilmesi veya bir zararın defi hususunda bir şeye malik olamadı? 
 
Bu nasıl yaratıcı olabilir? 
 
Büyük şeyleri bir tarafa bırakalım, en ufak bir iğneyi yapan ustanın dahi her şeyden önce canlı ve hayat sahibi olması daha sonra da akıl, ilim, kudret ve irade sahibi olması gerekir ki, murad ettiği şeyi yapması için gerekli yolu takip etsin. Bir cahil, akıl, hayat ve irade sahibi olduğu halde, ilmi olmadığından istediğini yapamazken nasıl olur da bu sıfatlardan hiç birine sahip olmayan tabiat bunları yaratır.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Görmediniz mi Allah, göklerde ve yerde bulunan her şeyi size boyun eğdirdi ve size zahir ve batın (dış ve iç; görülen, görülmeyen; bildiğiniz ve bilmediğiniz) nimetleri bol bol verdi? Yine de insanlardan kimi var ki ne bilgisi, ne yol göstereni ve ne de aydınlatıcı bir kitabı olmadan , Allah hakkında tartışır (durur)" (Lokman: 31/20)
 
"Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeyin yöneticisidir."  (Zümer: 39/62) 
 
  
Müşriklerin Rubûbiyyet Tevhidini Kabul Etmeleri
 
  
   
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Andolsun ki, onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, mutlaka: 'Allah' derler. 'Hamd Allah'a layıktır' de. Hayır, onların çoğu bilmiyorlar." (Lokman: 31/25)
 
"De ki: "Göklerden ve yerden size rızık veren kimdir? veya işitmenizi ve görmenizi sağlayan kimdir? Ölüden diriyi çıkaran ve işleri düzenleyen kimdir? Elbette 'Allah' diyeceklerdir. De ki: O halde O'ndan sakınmaz mısınız? İşte gerçek Rabbiniz Allah budur. Haktan sonra sapıklıktan başka ne var, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?" (Yunus: 10/31-32) 
 
"Andolsun, onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan elbette diyecekler ki: "Onları, çok üstün, çok bilen (Allah) yarattı." (Zuhruf: 43/9) 
 
Müşriklerin bu ifadeleri onların Rububiyet tevhidini kabul ettiklerini ispatlamaktadır ancak, onlar ibadette Allah'a (c.c.) şirk koşmaktadırlar. Onlar ilahlarını yaratma, yoktan var etme, fayda ve zarar verme gibi konularda Allah'a (c.c.) eşit tutmuyorlar, fakat bazı kimseleri Allah'ı (c.c.) seviyormuş gibi seviyor ve huzurunda eğiliyorlar. İşte onlar bu halleri sebebiyle müşrik oluyorlar.
 
Şunu iyi bilmek gerekir ki sadece Rububiyyet tevhidini kabul eden bir kişi müslüman olmuş sayılmaz, malını ve canını da kurtaramaz, bununla birlikte Uluhiyet tevhidini de sağlamadığı takdirde ahirette Cehennem azabından kurtulamaz.
 
  
Ulûhiyyet Tevhidinin Manası 
 
  
   
 
Buna ibadet tevhidi de denir. Bu, ibadette Allah'ı (c.c.) birlemektir. Makamı ve derecesi ne kadar yüksek olursa olsun, Allah'tan (c.c.) başka hiç kimse ibadete layık değildir.
 
Rasûllerin (a.s.) ümmetlerine getirdikleri tevhid, işte budur. Zira rasuller, ümmetlerini inandıkları Rubûbiyyet tevhidine davet etmemişlerdir. 
 
Bütün rasuller kavimlerini Ulûhiyyet tevhidine, yani: Yalnızca Allah'a (c.c.) ibadet etmeye, tağut ve putlara ibadetten kaçınmaya davet etmek için gönderildi. 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Andolsun, biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik." (NahI: 16/36)
 
"Ey kavmim, Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka herhangi bir ilahınız yoktur." (Hud: 11/50)     
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Andolsun biz Nuh'u kavmine gönderdik: 'Ben sizin için kurtuluş yolunu açıkça gösteren bir uyarıcıyım, Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben hakikaten, sizin acı bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum' dedi." (Hud: 11/25-26)
 
"Ad kavmine de kardeşleri Hud'u gönderdik; 'Ey kavmim' dedi, "Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur, siz putları Allah'a ortak koşmakla sadece iftira ediyorsunuz." (Hud: 11/50)
 
"Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, O'ndan başka ilahınız yoktur." (Hud: 11/61)
 
"Medyene de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. 'Ey kavmim' dedi, "Allah'a kulluk edin, sizin O'ndan başka ilahınız yoktur." (Hud: 11/84)
 
Allahu Teala; Musa (a.s.) ile Firavun'un mücadelesinden şöyle haber veriyor:
 
"Firavun dedi ki: "(Ey Musa) Alemlerin Rabbi nedir?" (Musa): 'Göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin rabbidir, eğer bunları iyice düşünüp anlayabilenlerden iseniz.' dedi." (Şu'ara: 26/23-24)
 
Musa (a.s.) İsrailoğullarına şöyle dedi:
 
"Ben size Allah'tan başka bir ilah mı arayayım, halbuki O, sizi alemler üzerine üstün kıldı" dedi." (A'raf: 7/140)
 
İsa (a.s.) şöyle dedi:
 
"Allah, benim de sizin de Rabbinizdir, O'na ibadet edin, işte dosdoğru yol budur." (Al-i İmran: 3/51)
 
Allah (c.c), nebisi Muhammed'e (s.a.v.), ehli kitaba şöyle söylemesini emretti:
 
"De ki: "Ey kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah'a ibadet edelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, birimiz, diğerini Allah'tan başka rab edinmesin..." (Al-i İmran: 3/64)
 
Allahu Teala bütün beşeriyete şöyle çağrıda bulundu:
 
"Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, (Allah'ın azabından) korunasınız." (Bakara: 2/21)
 
  
   
Ulûhiyyet ve Rubûbiyyet Tevhidi Arasındaki Fark 
 
  
   
 
Rubûbiyyet ve Ulûhiyyet tevhidini ayırd etmek bütün müslümanların üzerine vaciptir. Çünkü bu mesele yalnız cahillerin değil bir çok alimlerin de karıştırdığı bir meseledir.
 
Zira bu hataya düşenler, "İlah" kelimesini; "yoktan var etmeye kadir" veya "malik" manasında tefsir etmişlerdir. 
 
Gerçekte ise durum böyle değildir. "İlah" hak da olsa batıl da olsa kendisine tapılan şeye denir. "İlah" kelimesi daha çok, sonradan hak olduğu iddia edilen varlıklar için kullanılmıştır. Onun içindir ki, Rasûlullah (s.a.v.) müşriklere;
 
"La ilahe illallah deyin de felah bulun, onunla Araplara malik olursunuz, Acemler de size tabi olurlar." dediğinde, Onlar şöyle dediler:
 
"İlahları bir tek ilah mı yaptı? Bu cidden tuhaf bir şeydir. Onlardan bir grup fırladı: 'Yürüyün, ilahlarınıza bağlı kalın ve sabredin. Çünkü bu arzu edilen bir şeydir.' Biz bunu (nun söylediğini) (babalarımızın bağlı olduğu) öteki dinde işitmedik. Bu, uydurmadan başka bir şey değildir." (Sad: 38/5-7)
 
Değişik varlıklara ilah denilebilmesine rağmen, "Allah" lafz-ı celali yalnız herşeyin yaratıcısı ve ibadete layık tek ilah olan Allah (c.c.) için kullanılır.
 
Arap müşrikleri "ilah" ın manasını zamanımızın müşriklerinden daha iyi biliyorlardı.
 
Musibetin en büyüğü ve cehaletin en tehlikelisi, "Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammed'ûn Rasulullah" denildiği halde bu iki şehadet kelimelerini söyleyenlerden çoğunun bunun manasını bilmemeleridir!
 
Eğer günümüz müşrikleri "La ilahe ilallah" ın manasını bilmiş olsalardı, varlıklar arasında Allah'tan (c.c.) başka ibadet edilmeye layık başka bir şey (ilah) olmadığını bilirlerdi.
 
  
   
 
Tağut
 
  
   
 
Tağut; "tuğyan" kökünden türemiş olup, haddinini aşan, taşkınlık eden ve azgın anlamlarına gelir. Şeytana, kahine ve Allah'tan (c.c.) başka ibadet edilen her şeye tağut adı verilir.
 
Allame İbn Kayyım bu kelimeyi özetle şöyle tanımlamıştır:
 
"Tağut; ister kendisine ibadet edilen, ister tabi olunan ve itaat edilen olsun, kulun haddini aşmasına sebep olan her şeydir. Allah (c.c.) ve Rasulünden (s.a.v.) başka huzurunda muhakeme olunan kimse, o toplumun tağutudur. Allah'tan (c.c.) başka ibadet edilen veya Allah'tan bir basiret olmaksızın tabi olunan, ya da Allah'a (c.c.) itaat edilmesi gereken hususlarda bilmeyerek dahi olsa itaat olunan her şey tağuttur."
 
Bu tanım üzerinde düşünüldüğünde beşeri sistemlerin birer tağut olduğu görülür. Beşeri kanunlarla hükmeden hakimler de tağuttur. Çünkü onlar, Kur'an, Sünnet ve İcma-i Ümmete dayanmayan beşeri sistemlerle hükmetmektedirler.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Hüküm (hakimiyet ve egemenlik) ancak Allah'a aittir." (En'am: 6/57)
 
"Gerçekten iman eden bir toplum için Allah'tan daha güzel hükmeden kimdir?" (Maide: 5/50)
 
"Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri hususlarda seni hakem tayin edip, sonra da verdiğin hükme nefislerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar." (Nisa: 4/65)
 
"Herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve Ahir et Gününe (gerçekten) inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasulüne götürün. Bu, daha iyi ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (Nisa: 4/59)
 
"Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir." 
 
"...zalimlerin ta kendileridir." 
 
"...fasıkların ta kendileridir." (Maide: 5/44-45-47)
 
  


İbadet
 
  
   
 
Lügat manası: Küçüklüğünü kabul etmek ve boyun eğmektir.
 
İbadet için iki temel rükün gereklidir: 
 
Biri küçülmenin ve eğilmenin, diğeri ise, muhabbetin son derecesidir.
 
Şeyhülislam (r.a.) şöyle demiştir: 
 
İbadet, Allahu Teala'ya karşı son derece muhabbet (sevgi) ve halisane küçülmeyi (tezellül) ihtiva eder. 
 
Bir insana buğzettiği halde ona boyun eğen bir kimse ona ibadet etmiş olmayacağı gibi aynı şekilde çocuğunu, dostunu çok sevmesi sebebiyle de ona ibadet etmiş olmaz. Dolayısıyla, Allah'a (c.c.) ibadette bunlardan birinin bulunması, ibadet manası için yeterli değildir. 
 
Bilakis kul, Allah'ı (c.c.) her şeyden çok severek, O'ndan daha büyük bir şey kabul etmeyecek Allah'tan (c.c.) başkasını, gerçek manada sevgiye, saygıya ve boyun eğmeye layık görmeyecektir.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"De ki: "Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallarınız, zarara uğramasından korktuğunuz ticaretler, hoşlandığınız meskenler sizin için Allah'tan, Rasulünden ve O'nun yolundan cihat etmekten daha sevgiliyse o halde Allah emrini yerine getirinceye kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez." (Tevbe: 9/24)
 
Şer'i manası ise, Allah'a (c.c.) itaat etmek ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) getirdiklerine tabi olmaktır.
 
Şeyhülislam şöyle der: 
 
"İbadet, ister sözle ister fiille, ister açık, ister gizli olsun Allah'ın (c.c.) razı olduğu ve sevdiği amellerin tümünü içine alan kapsamlı bir isimdir." 
 
Müslümana düşen, her türlü ibadetinde Rabbini birlemesi, ibadetinde yalnız Allah (c.c.) için ihlasla amel etmesi ve bu ibadetleri tamamen Rasûlullah'ın (s.a.s.) fiili, kavli ve ikrari sünnetlerine uyarak yapmasıdır.
 
  
   
İbadet'in Çeşitleri
 
  
   
 
İbadet kelimesi; namaz, tavaf, hac, oruç, adak, itikaf, kurban, secde, rüku, korkmak, yönelmek, haşyet etmek, (çekinmek), tevekkül etmek, sığınmak, ümid etmek gibi Allahu Tealanın Kur'anı Mecidinde veya Rasulullah'ın (s.a.v.) sahih hadislerinde meşru kıldığı tüm kavli ve fiili amelleri içine alır. Bunlardan herhangi birini Allah'tan (c.c.) başkası için yapan kimse Allah'a (c.c.) şirk koşmuş olur. 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 
 
"Kim Allah ile beraber - delil bulunmadığı halde - bir ilaha taparsa, onun hesabı Rabbinin yanındadır. Muhakkak ki kafirler kurtuluşa eremezler." (Mü'minun: 23/117) 
 
"Mescitler, Allah'a mahsustur. Allah ile beraber bir başkasına dua etmeyin." (Cin: 72/18)
 
Bu ayeti celilede "ehad" lafzı nehiy'den sonra nekra (belirsiz) olarak geldiğinden peygamberler, melekler ve salih kişilerden bütün mahlukatı içine alır. Şimdi ibadet türlerini delilleriyle görelim.
 
Rüku ve Secde: 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Ey inananlar, rüku edin, secde edin, Rabbinize ibadet edin, hayır işleyin ki umduğunuza eresiniz..." (Hac: 22/77) 
 
Namaz ve Kurban: 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 
 
"De ki: Benim namazım, kestiğim kurban, hayatım ve ölümüm hep alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim." (En'am: 6/162-163)
 
"Rabbin için namaz kıl, kurban kes." (Kevser: 108/2-3) 
 
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: 
 
"Allah'tan başkası için kurban kesene Allah lanet etsin." (Müslim; Edahi: 43, Nesai; Dahaya: 34)
 
Adak ve Tavaf:
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Adaklarını yerine getirsinler ve eski ev (Kabey)i tavaf etsinler." (Hac: 22/29)
 
Yani, "Allah'tan (c.c.) başkası için adak adamasınlar ve Allah'ın Evinden başkasını tavaf etmesinler." diye emredilmektedir. Evliyalar ve salihler için adak adamak ve onların kabirlerini tavaf etmek caiz değildir. Geylani, Hüseyin, Bedevi, Desuki ve benzeri zatların kabirlerini tavaf etmek şirktir. 
 
Bir çok bidatçi cahil ve hurafeciler salihler için adak adarlar, bazıları da Körfez'deki Arap ülkelerinden İran'a evliyaların türbe ve kubbelerinin tamiratı için para ve mal gönderirler. Birçok Hind'li ve Pakistan'lı böyle yapmaktadır. Bunlar AbdulKadir Geylani için çok miktarda mallar adar ve onun kabirine gönderirler, hem ehli sünnetten olduklarını iddia ederler, hem de nehyedilen bu amelleri işlerler.
 
Hint, Pakistan ve İran şiileri ise, Necef'de, Kerbela'da Horosan ve Kum'da bulunan Ehli Beyt'in kabirlerine mallar adarlar, beraberlerinde değişik ülkelerden yükler bağlamak suretiyle o kabirleri tavaf etmek ve onlardan istiğase (yardım dilemek), ihtiyaçlarını karşılamak, üzüntülerini gidermek ve gökleri ve yeri yaratan Allahu Teala'dan başka kimsenin gücünün yetmeyeceği şeyleri istemek üzere onların kabirlerini ziyaret ederler.
 
Evliya ve salihlerin kabirlerine adak adamak caiz olmadığı gibi, bunlar adına vakıflarda bulunmak da caiz değildir.
 
Ev, arsa ve benzeri şeyler bunlar için vakfedilmez. Allah'tan (c.c.) başkasına adak adayanın, bu adağını yerine getirmesi gerekmez. Bilakis Allah'a (c.c.) tevbe ve istiğfar etmesi ve iki şehadeti birarada getirmesi gerekir. Çünkü Allah'tan (c.c.) başkasına adak adamak şirktir.
 
Evliyaların kabirlerine mülk veya hayvan vakfedenlerin bu vakıfları batıldır. Bunlar için vasiyet edilmişse, bu vasiyetler geçersizdir ve sahiplerinin mülkiyetinden çıkmamıştır. Böyle kimselere Allahu Teala'dan hidayet ve rahmet diliyoruz.
 
Bazıları da derler ki: 
 
"Adak Allah için, sevabı veli içindir." 
 
Bu sözün aslı yoktur, batıldır ve dalalettir. Veli buraya neden sokuşturuldu? Eğer sadaka ise, kendi nefsi, anası, babası ve akrabaları için fukaraya tasadduk etsin. Sonra, o kabir sahibinin veli olduğu nerden bilinecek? Bütün işler sonuçlarına göredir, görünüşü sıddık olup da içi zındık olabilir.
 
Bazen, bu cahillerin yalanlan ve dalaletleri onlar istemeseler bile ortaya çıkıyor. 
 
Örneğin; kabirlerde koyun kesiyorlar, kendilerine "Bunu nasıl yaparsınız? Bu yaptığınız dini esaslara uyar mı?" diye sorularak yaptıklarına itiraz edince de, "Biz bunu Allah için kesiyoruz, sevabı velinin oluyor" diyorlar. Bu sözleriyle yalnız insanları şaşırtmak ve hakikatleri değiştirmek istiyorlar, çünkü aslında veliden başkasını kasdetmiyorlar.
 
Kaldı ki ulema, Allah'tan (c.c.) başkası için kurban kesilen yerde Allah (c.c.) için hayvan kesilmeyeceğini açıkça söylemişlerdir. 
 
Nitekim Sabit bin Dahhak'ın hadisinde bu açıkça görülmektedir:
 
"Adamın biri belirli bir yerde deve kesmeyi adamıştı. 
 
Rasulullah (s.a.v.) adama sordu:
 
"Orada cahiliye devrinde tapılan bir put var mıydı"?
 
"Hayır" dedi. Peygamber (s.a.v.) bir daha sordu:
 
"Önceden orası onların bayram yeri miydi?" 
 
"Hayır", denilince, Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 
 
"O halde adağını yerine getirebilirsin. Şunu bilin ki, Allah'a masiyet olacak adağın ifası yoktur ve Ademoğlunun elinde olmayan şeyde de ifa yoktur." (Ebu Davud; Eyman: 22, Elbani; Sahihu'l-Cami: 2548.)
 
Yemin:
 
İbn-i Ömer'den (r.a) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: 
 
"Her kim Allah'tan başka bir şey ile yemin ederse, Allah'a şirk koşmuştur."
 
Başka bir lafızda ise: "...kafir olmuştur." (Tirmizi; Eyman: 8.) diye geçmektedir.
 
Haşyet (titreyerek korkmak):
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 
 
"...Eğer müminseniz Benden korkun." (Al-i İmran: 3/175) 
 
Rahbet (azabından korkmak): 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 
 
"...Sadece benden korkun." (Nahl: 16/51)
 
Tevekkül: 
 
"...Eğer müminseniz yalnız Allah'a tevekkül edin." (Maide: 5/23)
 
Yardım istemek:
 
"Ancak Sana kulluk eder. Ancak Senden yardım isteriz." (Fatiha: 1/5) 
 
İbn Abbas'dan (r.a.) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
 
"Dileyince Allah'tan dile, yardım isteyince de Allah'tan iste" (Tirmizi; Kıyamet: 22, Ahmed; 1/293, 303, 307.)
 
Dua:
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Allah'tan başka; sana ne fayda ne de zarar veremeyecek olan şeylere yalvarma. Eğer böyle yaparsan, o takdirde muhakkak zalimlerden olursun." (Yunus: 10/106)
 
Görüldüğü gibi bu hitap Rasûlullah'adır (s.a.v.) ve şöyle denilmiştir: 
 
"Ey Muhammed! Mabudun ve yaratının (Allah) tan başka sana dünya ve ahirette hiçbir fayda ve zarar veremeyen şeylere dua etme."
 
Bununla ilahlar ve putlar kast edilmiştir. Eğer bunu yaparsan, yani Allah'tan başkalarına dua edersen o zaman zalim ve müşrik olursun. Rasûlullah (s.a.v.) Allah'a (c.c.) şirk koşmaktan ve büyük günah işlemekten masumdur, burada ümmete öğretmek için böyle hitap edilmiştir.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Eğer Allah sana bir zarar dokundursa onu, O'ndan başka kaldıracak yoktur ve eğer sana bir hayır dilese, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur..." (Yunus: 10/107)
 
"Allah'ı bırakıp da Kıyamet Gününe kadar cevap vermeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kimdir? Çünkü yalvardıkları şeyler onların yalvarmalarından habersizdirler. İnsanlar Kıyamet Günü toplatılınca putları onlara düşman olurlar ve tapınmalarını inkar ederler." (Ahkaf: 46/ 5-6)
 
Rasûlullah'tan (s.a.s.) veya başkalarından "Ya Rasûlallah veya ya Abdulkadir, Desuki, Rufai" veya "Ya Bedevi, beni bunun sıkıntısından kurtar" diyen ve bunun gibi sözler söyleyerek Rasûlullah'tan (s.a.v.) yardım işeyen kişi Allah'tan (c.c.) başkasından istemiş olur ve bu ve benzeri ayetlerin kapsamı dahilindedir.
 
Aklı başında olan bir müminin bu ayeti celileleri okuduktan veya işittikten sonra Allah'tan (c.c.) başkasından yardım istemesi mümkün değildir.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden kaldırıp) açıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün hakimleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir ilah (tanrı) mı var? Ne de az düşünüyorsunuz?" (Neml: 27/62)   
 
Allahu Teala'nın bu ayetlerde beyan ettiği gibi, Araplardan veya diğer milletlerden olan müşrikler, daraldıkları zaman yaptıkları dualara cevap veren ve onların üzerindeki sıkıntıları kaldıranın yalnız Allahu Teala olduğunu biliyorlardı. Buna karşın Allah'tan (c.c.) başkasından şefaat dilemeleri üzerine Allah (c.c), "Allah ile beraber bir ilah mı var." buyurarak soru ile inkarı birarada zikretmiş, darda kalacak olanların duasına cevap verecek ve onların sıkıntılarını giderecek olanın sadece kendisi olduğunu başka bir ilah olmadığını belirtmiştir.
 
Rasûlullah (s.a.v.) zamanında bir münafık vardı, müminlere eziyet ediyordu. Bazıları dediler ki, sıkıntımızı gidermesi için Rasûlullah'a (s.a.v.) gidip ondan yardım isteyelim, bu münafığın şerrinden sizi kurtarsın. 
 
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
 
"Benden yardım istenmez, yalnız Allah'tan istenir." (Heysemi Mecmeuz-zevaid; 10/159, Ahmed; 5/317.)
 
Her kim Allah'tan (c.c.) başka hayatta olan veya olmayan birisine rüku veya secde ederse, evliya veya salihlerden birinin kabri için ya da ağaç, taş veya herhangi bir kaynak için adak adar veya kurban keserse, bir peygamberin yada velinin kabrini tavaf ederse, peygamberlerden, Ali, Hasan,Hüseyin, Ali b. Musa Rıza, Abdul-Kadir-i Geylani, Bedevi, Rufai ve başkalarından yardım isterse, sıkıntılarının kaldırılması için yardıma çağırırsa... 
 
Mesela; "Ya Rasulallah! Beni kurtar, bana genişlik ver", "Meded ya Abdul-Kadir-i Geylani" derse... veya hastalıktan kurtarılması, başka birinin hastalığının kaldırılması, gurbetteki birinin getirilmesi, evlat rızık vermesi, sıkıntı ve üzüntüsünü kaldırması vb. Allah'tan (c.c.) başka birinin yapamayacağı, yaratıklardan hiç birinin kudreti dahilinde olmayan şeyleri onlardan isterse Allah'a (c.c.) şirk koşmuş olur.
 
Bütün bu amelleri büyük şirk olup bunları işleyen bir kişi tevbe etmediği takdirde Allah (c.c.) ona mağrifet etmez.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Allah kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz, bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar, her kim Allah'a şirk koşarsa Allah'a büyük iftirada bulunmuş Olur." (Nisa: 4/48)
 
  
   
 
Şirk
 
  
   
 
Şeyhülislam derki: 
 
"Şirk iki türlüdür: 
 
1 - Büyük şirk ve 
 
2 - küçük şirk. 
 
Bunlardan her ikisinden de kurtulabilen için Cennet vacip olur. Büyük şirk üzerinde ölen kimse için ise Cehennem vaciptir. Büyük şirkten kurtulur da küçük şirkten bazılarına bulaşırsa, bunları bastıracak kadar salih ameli varsa Cennete girer, onları bastıracak kadar salih ameli yoksa, ateşe girer. Kul büyük şirkten hesaba çekildiği gibi çok olduğu takdirde küçük şirkten de hesaba çekilir. (Teysir el-Aziz el-Hamid)
 
  
   


Şirkin İlk Olarak Ortaya Çıkışı
 
  
   
 
Şirk, ilk olarak Nuh'un (a.s.) kavminde başlamıştır. Bunun üzerine Allahu Teala Nuh'u (a.s.) elçi olarak göndermiş, o da kavmini tek olan Allah'a (c.c.) ibadete davet etmiş, Allah'tan (c.c.) başka tapınılan putların terkedilmesini istemiştir. Kavminin Nuh'a (a.s.) cevabı, şirklerinde ısrar etmek ve onu küfürle karşılamak olmuştur.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Dediler ki: "İlahlarınızı bırakmayın, Ved, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nasrı terketmeyin." (Nuh: 71/23)
 
İbni Abbas (r.a.) bu ayetin tefsirinde şöyle demiştir: 
 
"Bu isimler Nuh'un (a.s.) kavminden birtakım salih kişilerin isimleri idi. Onlar ölünce, şeytan onların kavimlerine bunların oturduğu yerlere heykellerini yapmalarını ve bu heykellere o salih kişilerin isimlerini vermelerini telkin etti. Onlar da böyle yaptılar. İnsanlar ilk başta bunlara tapmıyorlardı. Fakat bu heykelleri yapanlar öldükten sonra, yapılış gayesini unuttular ve daha sonra gelenler heykellere ibadet etmeye başladılar."
 
İbni Kayyım (r.a.) dedi ki: 
 
"Seleften bir çoğu şöyle buyurdular: 
 
"Bu salih kişiler ölünce insanlar onların kabirlerini ibadet yeri yaptılar, sonra heykellerini diktiler aradan zaman geçince de, heykellerine taptılar." 
 
  


Allah'a İbadeti Emreden, Batıl ilahların Aczini Beyan Ettiren Deliller 
 
  
   
 
Kur'an-ı Kerimde Allahu Tealaya ibadeti emreden ve teşvik eden ayeti celileler çoktur.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, (Allah'ın azabından) korunasınız." (Bakara: 2/21)
 
"Allah'a ibadet edin, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya ve babaya, iyilik edin..." (Nisa: 4/36)
 
"Rabbin, yalnız kendisine ibadet etmenizi ve anaya babaya iyilik yapmanızı emretti..." (İsra: 17/23)
 
Allah (c.c), müşriklerin ilahlaştırıp taptıkları şeylerin bir yarar sağlamaya veya bir zararı önlemeye güçlerinin yetmeyeceğini hatta kendilerini savunmaktan bile aciz olduklarını şöyle beyan eder:
 
"...O, Allah'tan başka yal vardıklar iniz (var ya), onların hepsi bir araya toplansalar, bir sinek dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan kurtaramazlar. İsteyen de aciz, istenen de (yani puta tapan da aciz, tapılan put da aciz, sinek de aciz)." (Hac: 22/73)
 
Allah (c.c.) yarar ve zararın yalnız kendi elinde bulunduğunu beyanen şöyle buyurmuştur:
 
"Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa; onu yine O'ndan başka kaldıracak yoktur ve eğer sana bir hayır dilerse, O'nun keremini de geri çevirecek yoktur..." (Yunus: 10/107)
 
Allahu Teala hrıstiyanları İsa'ya (a.s.) yaptıkları ibadetten dolayı azarlayarak şöyle buyurdu:
 
"Allah demiştir ki: 'Ey Meryemoğlu İsa, sen mi insanlara 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki ilah edinin dedin?' 'Haşa' dedi, 'Sen yücesin, ben eğer demiş olsam, Sen bunu bilirsin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem, çünkü gaypları bilen yalnız Sensin, Sen!
 
Ben onlara 'Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim. Ben onların içinde olduğum sürece onlara şahittim, fakat Sen beni vefat ettirince onları gözetleyen (yalnız) Sen oldun. Sen her şeyi görensin?" (Maide: 5/116-117)
 
Görüldüğü gibi Mesih, kendisine ibadet eden hristiyanların yaptığı ibadetten kendisini beri (uzak) tutarak şöyle diyor:
 
"Ben onlara: 'Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye Senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim..." (Maide: 5/117)
 
Allah (c.c.) elbette, Mesih'in onlara kendisine ibadet etmelerini emretmediğini ve onların yaptıkları ibadete razı olmadığını biliyordu. Fakat rasullerden olan Mesih'e ibadetin caiz olmadığını, bilakis şirk olduğunu bu ayetlerle insanlara beyan etmek istedi. O halde peygamberlerden başkalarına; evliyalara, ağaçlara, mağaralara ve benzerlerine ibadet etmek nasıl caiz olur?
 
O şaşkınlar, Allah'ın (c.c), alemlerin efendisine hitap ederek:
 
"Eğer Allah bana bir zarar dokundursa onu, yine O'ndan başka kaldıracak yoktur..." (Yunus: 10/107) buyurduğunu işitmediler mi? 
 
Madem ki peygamber (s.a.v.) kendisine gelen zararı gidermeye muktedir değildir o halde, başkasına gelen zararı gidermeye nasıl muktedir olur? 
 
Aynı şekilde peygamberin güç yetiremediği bu meseleye salihler ve evliyaların güç yetirmesi nasıl mümkündür?
 
Onlar Allah'ın (c.c.) şu sözünü işitmediler mi:
 
"O size melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de emretmez... Siz müslüman olduktan sonra, size inkarı emreder mi?" (Al-i İmran: 3/80)
 
Yine onlar Allah'ın (c.c.) haham ve rahiplerini Allah'tan (c.c.) başka rabler edindiklerine yahudi ve hristiyanlar hakkında şöyle buyurduğunu işitmediler mi?
 
"Hahamlarını ve rahiplerini Allah'tan başka rabler edindiler, Meryemoğlu Mesih'i de. Oysa kendilerine yalnız tek ilah olan Allah'a ibadet etmeleri emredilmişti. Ondan başka ibadete layık ilah yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir." (Tevbe: 9/31)
 
Adiyy b. Hatem, Rasulullah'ın (s.a.v.) bu ayeti okuduğunu işitmiş ve ona: 
 
" Biz onlara tapmıyor ve onları Rab edinmiyoruz." demişti. Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
 
"Allah'ın helal kıldığı şeyi haram, haram kıldığı şeyi helal kıldıklarında onlara itaat etmiyor muydunuz?" diye sordu. Adiyy de: 
 
"Evet" dedi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
 
"İşte onlara ibadet budur." (Tirmizi; Surelerin tefsiri: 10, Ahmed; 1/27, 52.)
 
Hadiste açıkça beyan edildiğine göre; Allah'ın (c.c.) helal kıldığını haram ve haram kıldığını helal kılan haham ve rahiplere itaat etmek ve onların hükümlerini kabul etmek suretiyle Allah'a ve Resulüne (Burada İsa (a.s.) kastolunmaktadır) muhalefet etmek onlara ibadettir.
 
Şeyhülislam der ki:
 
"Bu hadisin manası özet olarak şöyledir; Allah'ın (c.c.) haram kıldığını helal kılarak veya aksini yaparak haham ve rahipleri rab edinen mukallitler iki türlüdür.
 
Birincisi: Haham ve rahiplerin Allah'ın (c.c.) dinindeki hükümleri değiştirdiğini bildiği halde onlara tabi oluyor, Allah'ın (c.c.) hükümlerine ters düşen hükümlerini tasvip ediyor ve bunların meşru olduğuna inanıyor, böylece başlarındakilere ve efendilerine bağlılıklarını gösteriyorlar. İşte bunlar kafir, işledikleri de küfürdür. Bu kimseler her ne kadar onlara namaz kılmıyor ve secde etmiyorlarsa da Allah (c.c.) ve Rasulü'nün (s.a.v.) bildirdiği üzere bu yaptıkları şirktir.
 
İkincisi: Haramın haram, helalin helal olduğunu biliyor ve böylece inanıyor, fakat Allah'a (c.c.) asi olmak pahasına reislerine itaat ediyor. Bazı müslümanların günahı günah olarak bildikleri halde işlemeleri gibi bunların hükmü de, o günahkarların hükmü gibidir."
 
Kur'an ayetlerine ve sahih hadislerin açık manasına muhalif olarak yalnız, "mezhep imamımızın görüşü böyledir" diyerek saplanıp kalan mukallitler yanlış yoldadır. Ayet ve hadisleri mezheplerinin görüşü istikametinde tevil etmeleri, "belki sahih değildir veya neshedilmiş yada tahsis edilmiştir, biz bilmiyoruz" gibi korkunç ve ezici şüphelere sahip olmaları mazeret değildir. Onlar şu ayeti celileler karşısında ne diyecekler:
 
"Rabbinizden size indirilene uyun, O'ndan başka dostlara uymayın. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!" (A'raf: 7/3) 
 
"Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz - Allah'a ve Ahir et Gününe (gerçekten) inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasulune götürün. Bu, daha hayırlıdır ve sonuç bakımından da daha güzeldir." (Nisa: 4/59) 
 
Allah (c.c), imamlara rahmet etsin. Onlar fazilet sahibi kimselerdir ve ilmin derlenmesinde büyük hizmetleri olmuştur. Onlar insanları kendilerini ve başkalarını (körü körüne) taklit etmekten nehyetmişlerdir. Ancak aciz olup kendi meselesini halledemeyecek seviyede olan ve delilleri kavramayanların imamları taklit etmelerinde sakınca yoktur, çünkü onlar mazurdular. Bizim sözümüz ayetler ve hadislerden biraz anlayan ve çok fazla bir ilmi olmasa bile kendi mezhebine muhalif delillere vakıf olduğu halde mezhebine saplanıp kalanlaradır. Böyleleri nassı bırakıp taklidi tercih etmekle mazur değildirler.
 
  


Lailahe İllallah'ın Manası 
 
  
   
 
"La ilahe" kelimesi: Allah'tan (c.c.) başka ibadet edilen bütün batıl ilahları inkar manasındadır.
 
"İllallah" kelimesi ise: Allah'ın (c.c.) ibadete layık yegane ilah olduğunu ispat anlamındadır.
 
Müşrikler bu kelimenin manasını bilselerdi, onların evliyalarına, efendilerine ve salihlerinin kabirlerine gidişlerinin, onlara kurban kesmek, adak adamak, bereket için kabirlerinin toprağından almak, onlara bağışlarda bulunmak, onlara yönelerek namaz kılmak, kabirlerini tavaf etmek, ihtiyaçlarının giderilmesi için onlara yalvarmak gibi yapageldikleri şeylerin onları ilahlaştırmak manasına geldiğini ve bu yapılanların büyük şirk olduğunu anlarlardı. Zira Ulûhiyyet yalnızca Allah'ın (c.c.) hakkıdır, Allah'tan (c.c.) başkasına yaraşmaz.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Her kim Allah'a şirk koşarsa, Allah onun için Cenneti haram kılar, onun varacağı yer ateştir. Zalimlerin yardımcıları yoktur." (Maide: 5112)
 
  
   
Muhammedûn Resûlullah'ın Manası 
 
  
   
 
Eğer günümüz müşrikleri "Eşhedü enne Muhammedûn Rasulullah" ın manasının:
 
- Onun emirlerine itaat etmek, 
 
- Verdiği haberleri tasdik etmek, 
 
- Nehyettiği şeylerden kaçınmak, 
 
- O'nun getirdiği şeriattan başka bir şeyle ne heva ve heves ve ne de bidatlerle Allah'a (c.c.) ibadet etmemek gerektirdiğini ve 
 
- Allah'ın (c.c.) ayetlerini ve Rasulullah'ın (s.a.v.) hadislerini düşünseler o zaman bir çok namazların, duaların, zikir ve hiziplerin bir takım donuk fakihlerin ve batılcı mutasavvıfların çıkardıkları bidat ve şaşkınlıklar olduğunu, bunlar hakkında Allahu Teala'nın bir delil, indirmediğini, 
 
Örneğin; bazı müridlerin "Allah - Allah" veya "hu - hu" diyerek tertip ettikleri uydurma zikir halkaları gibi Regaib namazı gibi, Hizbul-Bahr ve benzeri ilahilerin, salavatlarda bazı bidatlerin, Rasûlullah (s.a.v.) hakkında kasidelerin, cuma günleri, cuma geceleri ve sabah namazlarından önce minarelerde getirilen salavatların, sünnette bulunmayan salavat türleri gibi şeylerin hepsi bidat türü uygulamalardandır.
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"...Rasul size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının..." (Haşr: 59/7)
 
"Rabbine and olsun ki, aralarında vuku bulan ihtilaflarda seni hakem tayin edip sonra da, senin verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir sıkıntı duymadan teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa: 4/65)
 
"...Allah Resulü'nün emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut acı bir azaba uğratılmaktan sakınsınlar." (Nur: 24/63)
 
Aişe'den (r.a.) Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
 
"Her kim bizim emrimize uymayan bir şey yaparsa, onun ameli geçersizdir." (Buhari; İ'tisam: 5, Buyu: 60; Sulh: 5, Müslim; Akdiye: 18, Ebu Davud; Sünnet: 6.)
 
Müslim'den gelen diğer bir rivayette de şöyle denilmiştir:
 
"Her kim bizim emrimize uymayan bir şey yaparsa, onun ameli geçersizdir." (Müslim; Akdiye:19.)
 
Ebu Necin Irbad b. Sariye'den (r.a.) şöyle nakletmiştir: 
 
"Rasûlullah (s.a.v.) (bir gün) bize Öyle bir vaazda bulundu ki (dinleyenlerin) gönülleri titredi, gözleri yaşardı. Dedik ki:
 
"Ya Rasûlallah, bu, veda edip gidecek kimsenin vaazına benziyor. (Bari) bize bazı tavsiyelerde bulun." Cevaben buyurdu ki:
 
"Size Allah'tan korkmanızı ve Habeş'li köle de olsa üzerinize emir olan bir kimsenin, sözünü dinleyip ona itaat etmenizi vasiyet ederim. Bir de, içinizden yaşayan olursa, bir çok ihtilaflar görecektir. İşte böyle zamanlarda benim sünnetime ve hidayet üzerine olan Hulefayı Raşidin'in sünnetine yapışınız. Sünnete dört elle sarılınız ve sonradan çıkartılan şeylerden sakınınız. Zira her bidat sapıklıktır." (Tirmizi; İlim: 16, Ebu Davud; Sünnet: 6.)
 
    
   
 
İnsanı Dinden Çıkaran Şeyler
 
  
   
1 - İbadette Allah'a (c.c.) ortak koşmak. 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:              
 
"Allah, kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediğine bağışlar." (Nisa: 4/48)
 
"Allah kendisine şirk koşan kimseye Cenneti haram kılar. Onun durağı ateştir. Zalimleri için hiçbir yardımcı yoktur." (Maide: 5/72)
 
Allah'tan (c.c.) başkası (cinler, kabirler vb. şeyler) adına kurban kesmek de şirktir.
 
2 - Kim Allah (c.c.) ile kendisi arasına vasıtalar koyup, onlara dua eder, onlardan şefaat diler ve onlara tevekkül ederse; bütün müslümanların ittifakı (icmaı) ile kafir olmuştur.             
 
3 - Kim müşrikleri tekfir etmezse, onların küfründen şüphe ederse ve yollarını doğru bulursa o da kafir olur.                      
 
4 - Her kim: "Başkasının yolu, Rasulullah'ın (s.a.v.) yolundan daha mükemmeldir" veya "tağutların hükmü, Rasulullah'ın (s.a.v.) hükmünden daha üstündür" diye kanaat ederse kafirdir.              
 
5 - Rasulullah'ın (s.a.v.) getirdiklerinden herhangi birine buğzeden bir kimse, onunla amel etse de etmese de küfre girmiştir. Her müslümanın Rasulullah'ın (s.a.v.) getirdiği tüm şeyleri sevgi ile karşılaması gereklidir.               
 
6 - Kim Rasulullah'tan (s.a.v.) Allah'tan (c.c.) getirdiği dinle, onun sevap ve ceza olarak bildirdiği şeylerden herhangi biriyle alay ederse, dinden çıkmıştır. 
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 
 
"De ki: Allah, ayetleri ve Resulü ile mi alay ediyorsunuz? Özür beyan etmeyiniz. Kesinlikle imanınızdan sonra kafir oldunuz?" (Tevbe: 9/65-66)
 
7-  Kim sihir yapar ve sihre razı olursa, kafir olmuştur. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:            
 
"Onların ikisi herhangi bir kimseye: "Biz, ancak bir fitneyiz. Sakın sen küfre girme demedikten sonra sihri öğretmiyorlardı." (Bakara: 2/102)
 
8 - Müşriklere arka çıkmak müslümanlara karşı onları desteklemek de küfürdür. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: 
 
"Müslümanlardan kim onları dost edinirse, kesinlikle o da onlardandır. Hiç şüphesiz Allah zalim bir kavme hidayet etmez." (Maide: 5/51)
 
9 - Kim: "Hızır (a.s.), Musa'nın (a.s.) şeriatıyla yükümlü değildi, gerektiğinde onun şeriatı dışında hareket etme ser-besitesine sahipti, Muhammed'in (s.a.v.) şeritından da birtakım kimseler, ona uyup uymama konusunda serbesttirler, diledikleri takdirde Muhammed'in (s.a.v.) şeriatına göre hareket etmeyebilirler" der ve buna inanırsa, kafir olur.               
 
10 -  Allah'ın (c.c.) dininden yüzçevirmek, onu öğrenmemek ve onunla amel etmemek. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Acaba Rabbinin ayetleriyle uyarılan, uyarıldıktan sonra da o ayetten yüzçevirenlerden daha zalim kim olabilir? Kesinlikle biz, mücrimlerden intikam alacağız" (Secde: 32/22) 
 
Bütün bu maddelerde açıklanan hususların şakayla, ciddi olarak yada korku ile yapılması yada söylenmesi arasında zerre kadar fark yoktur. Ancak ikrah (zorlama) altında olan kişi bundan müstesnadır. Bütün bu maddeler tehlike yönünden çok büyük olmakla beraber çokça rastlanılan durumlardır. Müslüman bir kişi bütün bu hususlardan sakınmalı ve nefsinin bunlara bulaşmasından korkmalıdır. Allah'ın (c.c.) gazabını ve elem verici azabını gerektiren sebeplerden Allah'a (c.c.) sığınırız.
 
  
 Bid'at 
 
  
   
 
Lügatta, önceden benzeri geçmemiş bir işin sonradan icat edilmesidir.
 
Fıkıh ve Hadis alimleri de bidat hakkında bazı tarifler yapmışlardır. Bunlar arasında en güzeli ve en açık olanı: 
 
"Allah'a (c.c.) yakınlık kazanmak amacıyla Rasûlullah'tan (s.a.v.) sonra icat edilen şeylerdir." şeklindeki tariftir.
 
Bu tanımdan anlaşılacağı üzere dünyevi bidatler olarak adlandırılabilecek barut, kahve, elektirik ve moturlu taşıt araçları ve uçaklar gibi ilmi ve teknolojik gelişmeler sonucu yapılan icatlar konumuz dışıdır.
 
Bazı alimlerin bidati; bidat-i hasene ve bidat-i seyyie diye ikiye ayırmaları da batıldır, şer'i bir dayanağı yoktur.
 
Bu konuyu özetle şöyle açıklayabiliriz:
 
1 - Bidat-i hasene ve bidati-i seyyie diye bir bölümleme yapmak Kur'an'a aykırıdır:
 
Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
 
"Bugün sizin dininizi kemale erdirdim." (Maide: 5/3)
 
Allah (c.c.) bu ayet-i kelimesiyle bize dinini kemale erdiğini ne ona eklenecek ne de ondan çıkartılacak herhanbir şeyin olmadığını bildirmektedir. Ayrıca, hüküm koyma hakkı yalnız Allahu Teala'nındır. Beşerin şeriata karışmaya yada katkıda bulunmaya hakkı yoktur. Eğer ilave yapmak caiz olarak kabul edilirse eksiltilme yapmasınında da caiz olması gerekir ki bunu söyleyen tasvip eden hiçbir alim çıkmamıştır. 
 
2 - Böyle bir ayrım Rasûllulah'ın (s.a.v.) Sünnetine de ayıdır. 
 
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor: 
 
"Size Allah'tan korkmanızı ve üzerinize emir olan kimse Habeş'li köle de olsa, sözünü dinleyip ona itaat etmenizi vasiyet ederim. Bir de, içinizden yaşayan olursa, bir çok ihtilaflar görecektir. İşte böyle zamanlarda benim sünnetime ve hidayet üzerine olan Hulefayı Raşidin'in sünnetine yapışınız. Sünnete dört elle sarılınız. Ve sonradan çıkartılan şeylerden sakınınız. Zira her bidat sapıklıktır." (Tirmizi; İlim: 16, Ebu Davud; Sünnet: 6.)
 
Hadisin lafzındaki "külle" (her) genellik ifade eder. Bundan dolayı, hiç bir bidat bu genellemenin dışında tutulamaz, ancak tahsis edici ile tahsis edilmiş olduğunda durum değişir. Peki böyle bir tahsis edici var mıdır ki buna dayanılarak "Bu bidat, hasenedir" denilebilsin? Bazıları:
 
"Müslümanların güzel gördüğü şey Allah katında da güzeldir" ifadelerinin hadis olduğu iddiasında bulunup, bunun delil alınarak (tahsis edici olarak kabul edilip) bidat-i hasene diye bir ayrım yapılabileceği kanaatine varmışlardır.
 
Birincisi, bu ifadeler hadis değil, İbn-i Mesud'un (r.a.) sözüdür.
 
İkincisi, bu hadisteki el kelimesi müslümanların tümünü içine alan istiğrak için ise o zaman, müslümanların icma'ı var demektir ki, icma bizzat delildir, buna söz yoktur. Eğer hadiste (el müslimunede) ki "el" cins için ise, bazı müslümanlar bu bidati hoş karşılar, bazıları da çirkin görür. Nitekim, bidatların çoğu da böyledir. Binaenaleyh bu sahabe sözüyle delil getirme de düşmüştür, delil olma kuvvetini yitirmiştir, yani bu hadisle yeni bir hüküm verilmez.
 
Bidatlerin en çirkinlerinden biri de, cuma namazından sonra kılınan öğle namazıdır. "Cemaatin sayısı kırk kişiyi doldurmuyor" veya "cemaat okumayı beceremiyor" gibi bahanelerle ikinci bir öğle namazının kılınması bidattir. Cuma namazından sonra öğle namazının kılınmasını farz kabul etmek küfre götürür. Sünnet olarak kabul edilirse bidat ve dalalettir.
 
Rasulullah'a (s.a.v.) şu şekilde salavat getirmek de bidat olan amellerdendir:
 
"Allahümme salli ala Muhammedin adede ma fi ilmillah, salaten daimeten bidevami mülkillah" ve yine "Allahümme salli ala Muhammedin küllema zekerekez Zakirun ve gafele an zikrikel-ğafilun."
 
Rasulullah (s.a.v.) üzerine getirilen salavatlar elbette Allah'a (c.c.) yakın olmak O'na yaklaştırmak içindir, nitekim Allahu Teala Kur'an-ı Mecidinde bize şöyle emretmiştir.
 
"Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey inananlar siz de ona salat ve selam getirin." (Ahzab: 33/56)
 
Rasulullah'a (s.a.v.) nasıl salavat getirileceği hadis kitaplarında bildirilmiştir, yani uydurmalar aramaya, bulmaya ihtiyaç yoktur. Çünkü; Rasulullah'a (s.a.v.) salavat getirmek bir ibadettir. İbadetler ise ancak ayet ve hadislerle sabit olur. Müslümanın ölçüsü Kur'an ve Sünnet olduğuna göre, din bu ölçüler çerçevesinde uygulanmalı, değiştirme veya başka bir kalıba sokma gibi Allah'ın (c.c.) gazabını çekecek davranışlardan kaçınılmalıdır.
 
  
   
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol