ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣﻤﻦ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢ
Kur'an ve Sünnet

ALLAH'A İMAN

İman ve Rükünleri:
 
    Selef-i Salih'in yani ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in iman esasları ile ilgili inançları, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Cibril hadisinde haber verdiği şekilde altı esasa iman etmek ve onları tasdik etmek diye özetlenebilir. Peygamber bu hususta kendisine soru sormak üzere gelen Cibril -aleyhisselam-'ın imanın mahiyeti ile ilgili sorusuna şöyle cevab vermiştir:
    "(İman) Allah'a, meleklerine, kitablarına, Rasüllerine, ahiret gününe inanman ve hayrı ile şerri ile kadere iman etmendir.  (Buharî ve Müslim, Kitahu 'l-İman 'da)
    O halde iman bu altı temel üzerinde yükselir. Bu temelden birisi yıkılacak olursa, elbetteki o insan mü'min olamaz. Çünkü o kimse imanın esaslanndan birisini yitirmiş olur. Nasıl ki bir yapı ancak temel esasları üzerinde yükselebiliyorsa, iman da ancak temel esasları üzerinde yükselir.
    İşte bu hususlar imanın rükünleri (esaslan)dır. Kitab ve sünnetin delalet ettiği doğru şekli üzere bütün bunlar gerçekleşmedikçe iman da tamam olmaz. Bunlardan birisini inkar eden bir kişi mü'min değildir.
 
    BİRİNCİ RÜKÜN ALLAH'A İMAN
    Allah'a iman, Allah'ın varlığına, O'nun, kemal sıfatlarına sahip olup, tek başına ibadete layık olduğuna inanmak, izleri insanın yaşayışında Allah'ın emirlerine bağlanıp, yasaklarından uzaklaşmasında ortaya çıkacak şekilde buna tam anlamıyla kalbinden inanmaktır. Bu İslam akidesinin temelidir, özüdür, esasıdır. Akide'nin diğer bütün esasları ise buna eklenir ve buna tabidir.
    O halde Allah'a iman, O'nun varlığına iman etmeyi ihtiva eder. Şanı yüce Allah'ın varlığına fıtrat, akıl, şeriat ve duyular delalet etmektedir.
    Allah'ın vahdaniyetine, ulûhiyetine, isim ve sıfatlarına iman etmek de Allah'a iman etmenin kapsamı içerisindedir. Bu da üç türü ile tevhidi kabul edip bunlara inanmak ve bunların gereğini yerine getirmekle olur. Tevhidin üç türü ise: 1-Rububiyetin tevhidi, 2- Ulûhiyetin tevhidi, 3- İsim ve sıfatların tevhididir.
    1- Rububiyetin Tevhidi:
    Herşeyin biricik Rabbinin ve mutlak malikinin Allah olduğuna, ortağının bulunmadığına, tek yaratıcının O olduğuna, bütün kainatı çekip çeviren, işlerini idare eden, onda tasarruf edenin O olduğuna, kulları yaratıp onları rızıklandıran, hayat veren ve canlarını alanın O olduğuna kesin olarak inanmak, Allah'ın kaza ve kaderine, zatında vahdaniyetine yani bir ve tek olduğuna inanmaktır. Bunun özü fiilleriyle Allah'ı tevhid etmek yani birlemektir.
    Yüce Allah'ın rububiyetine iman etmenin gereğine dair şer'î deliller pek çoktur. Yüce Allah'ın şu buyruklarında olduğu gibi: "Alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun." (el-Fatiha, 1/1); "Dikkat edin, yaratmak da, emretmek de yalnız O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir!" (el-A'râf, 7/54); "Yerde ne varsa hepsini sizin için yaratan... O'dur. " (el-Bakara, 2/29); "Çünkü şüphesiz ki Allah'tır hem rızkı veren, hem pek çetin kudret ve kuvvet sahibi olan." (ez-Zâriyat, 51/58)
    Tevhidin bu türünde Kureyş kafirleri ile çeşitli din ve inanca mensup kimselerin büyük çoğunluğu muhalif kanaat belirtmezler. Hepsi kainatın yaratıcısının tek başına Allah olduğuna iman ederler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Andolsun, onlara: Göklerle yeri kim yarattı diye sorsan, onlar elbette: Allah, diyeceklerdir." (Lokman, 31/25)
    Bir başka yerde de yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Deki: Yer ve oradakiler kimindir? Eğer biliyorsanız (söyleyin). Onlar: Allah'ındır, diyeceklerdir. Sen de ki: O halde siz iyice düşünüp ibret almaz mısınız? De ki: Yedi göğün ve büyük arşın Rabbi kimdir? Allah'ındır, diyeceklerdir. De ki: O halde korkmaz mısınız? De ki: Herşeyin hakimiyeti elinde bulunan, himaye eden fakat kendisine karşı kimsenin himaye altına alınmasına imkan tanımayan kimdir? Eğer biliyorsanız (cevab verin). Onlar: Allah'ındır diyeceklerdir. De ki: öyle ise nasıl olur da aldanıyorsunuz? Hayır biz, onlara hakkı getirdik, onlar ise muhakkak yalancıdırlar." (el-Mu'minûn, 23/84-90)
    Bunun böyle olmasının sebebi, kulların kalblerinin fıtraten Allah'ın rububiyetini kabul edecek şekilde yaratılmış olmasıdır. Bundan dolayı tevhidin türlerinden ikincisini de kabul etmedikçe, rububiyetin tevhidine inanan bir kimse muvahhid olmaz.
    2- Ulûhiyetin Tevhidi:
    Kulların fiilleriyle, yüce Allah'ı bir ve tek olarak tanımalarıdır. Buna ibadet tevhidi adı da verilir. Bu anlam itibariyle kesin olarak şu hususlara inanmayı ihtiva eder:
    Hak ilah kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan 0'dur. O'nun dışındaki bütün mabudlar batıldır. Yalnızca yüce Allah'a ibadet edilmeli, O'na boyun eğilmeli, mutlak olarak sadece O'na itaat olunmalıdır. Kim olursa olsun kimse O'na ortak koşulmamalıdır. Namaz, oruç, zekat, hac, dua, istiane (yardım dileme), adak, zebh (eti yenir hayvanları kesmek), tevekkül, havf, reca (korku ve ümit), sevgi ve buna benzer zahir ve batın (gizli ve açık) ibadet türlerinden hiçbir şeyin O'ndan başkası için yapılmamasıdır. Allah'a sevgi, korku ve ümitle birarada ibadet olunmasıdır. Bir bölümü ile O'na ibadet edip bir bölümünü dışarda tutmak sapıklıktır.
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz." (el-Fatiha, 1/5); "Kim buna dair hiçbir delili bulunmaksızın, Allah ile birlikte başka bir ilaha ibadet ederse, onun hesabı ancak Rabbinin katındadır. Kafirler -hiç şüphesiz- kurtuluşa eremezler." (el-Mu'minûn, 23/117)
    Ulûhiyetin tevhidi bütün rasüllerin kendisine çağırdıkları bir husustur. Önceki ümmetleri helak yollarına götüren bu tevhidin inkarıdır.
    Dinin başı, sonu, içi ve dışı ulûhiyetin tevhididir. Rasüllerin ilk ve son çağrısı budur. Bunun için rasuller gönderilmiş, kitablar indirilmiş, cihad maksadıyla kılıçlar çekilmiş; mü'minlerle kafirler, cennet ehli ile cehennem ehli birbirinden ayrılmıştır.
    İşte; "Allah'tan başka ilah yoktur" cümlesinin anlamı budur.
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Senden önce gönderdiğimiz herbir peygambere mutlaka şunu vahyederdik: Benden başka ilah yoktur, o halde yalnız bana ibadet edin." (el-Enhiya, 21/25)
    Rubûbiyetin tevhidi, ulûhiyetin tevhidini gerektirir. Çünkü yaratıcı, rızık verici, malik, tasarrufta bulunan, hayat veren, öldüren, bütün kemal sıfatlarına sahih, hertürlü eksiklikten münezzeh, herşey elinde bulunan bir Rabbin, aynı zamanda hiçbir ortağı bulunmayan ve ibadetin yalnız kendisine yöneltildiği mutlak bir ilah olması da gereklidir.
Yüce Allah: "Ben cinleri de, insanları da ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (ez-Zâriyat, 51/56) diye buyurmaktadır.
    Çünkü müşrikler bir ve tek ilaha ibadet etmiyorlardı. Onlar birden çok ilaha ibadet ediyorlar ve bunların kendilerini yüce Allah'a yakınlaştırdıklarını ileri sürüyorlardı. Bununla birlikte bu uydurma ilahların fayda ve zarar vermediklerini de kabul ediyorlardı. İşte bundan dolayı yüce Allah rububiyetin tevhidini kabul etmelerine rağmen onları mü'min olarak değerlendirmemiş, aksine ibadette başkalarını kendisine ortak koşmaları dolayısıyla onları kafir olarak değerlendirmiştir.
    İşte bu noktada selefin yani ehl-i sünnet ve'l-cemaatin inancı ulûhiyet hususunda başkalarından ayrılmaktadır. Bazılarının kastettiği gibi tevhidin anlamı onlara göre yalnızca Allah'tan başka hiçbir ilah olmamasından ibaret değildir. Aksine onlara göre ulûhiyetin tevhid edilmesi, ancak şu iki esasın varlığı ile birlikte gerçekleşebilir:
    1- Bütün ibadet çeşitlerinin yalnızca yüce Allah'a yapılması, yaratılmış hiçbir varlığa yaratıcının hak ve özelliklerinden hiçbirisinin verilmemesi.
    Buna göre Allah'tan başkasına ibadet edilmez, Allah'tan başkası için namaz kılınmaz, Allah'tan başkasına secde edilmez, Allah'tan başkasına adakta bulunulmaz, Allah'tan başkasına tevekkül edilmez. Şüphesiz ulûhiyetin tevhid edilmesi, ibadetin yalnızca yüce Allah'a yapılmasını gerektirir. İbadet ise ya kalb ile dilin bir sözü yahut ta kalb ile organların bir amelidir.
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim. "(el-En'âm, 6/162-163); "Uyanık olun halis olan din yalnız Allah'ındır." (ez-Zümer, 39/3)
    2- İbadet yüce Allah'ın ve Rasulünün emrettiğine uygun olmalıdır.
    Buna göre ibadet boyun eğmek ve itaatin yalnızca O'na yapılması sureti ile Allah'ın tevhid edilmesi "Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" diye ifadelendirilen şehadetin gerçekleştirilmesi demektir.
    Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'a tabi olup, onun emir ve yasaklarına boyun eğmek de "Muhammed, Allah'ın Rasülüdür" şehadetinin gerçekleştirilmesidir.
    O halde ehl-i sünnet ve'1-cemaat'in yöntemi şudur:
    Onlar yüce Allah'a ibadet eder ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Allah'tan başkasından dilekte bulunmazlar, ancak Allah'tan yardım dilerler. Ancak yüce Allah'ın imdatlarına koşmasını isterler. Yalnızca yüce Allah'a tevekkül ederler. O'ndan başkasından korkmazlar. Yüce Allah'a itaat, ibadet ederek ve salih ameller ile yakınlaşmaya çalışırlar. Yüce Allah: "Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın." (en-Nisâ, 4/36) diye buyurmaktadır.
    3- İsim ve Sıfatların Tevhidi:
    Bu, en güzel isimlerin ve en yüce sıfatların yüce Allah'a ait olduğuna kesin olarak inanmak demektir. O bütün kemal sıfatlarına sahih ve bütün eksik sıfatlardan münezzehtir. O bu özelliği ile bütün varlıklardan ayrı ve eşsizdir.
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat Rablerini Kur'an ve sünnette gelmiş sıfatlar ile bilip, tanırlar. Kendi zatını kendisini ve Rasulünün kendisini nitelendirdiği sıfatlarla nitelerler. Kelimeleri yerlerinden oynatmaz. O'nun isim ve ayetlerinde ilhâda (1) sapmazlar. Yüce Allah'ın kendisi hakkında tesbit ettiğini, herhangi bir temsil, keyfiyetlendirme, ta'til ve tahrife sapmaksızın aynen kabul ederler. Bütün bunlarda uydukları kaide de yüce Allah'ın: "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur ve O herşeyi işitendir, görendir. " (eş-Şura, 42/11) buyruğu ile: "En güzel isimler Allah'ındır. O halde O'na bunlarla dua edin, O'nun isimlerinde ilhada (eğriliğe) sapanları terkedin. Onlar yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir." (el-A'raf, 7/108) buyruklarıdır.
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın sıfatlarının keyfiyetini sınırlandırmazlar. Çünkü o keyfiyete dair bize bir haber vermiş değildir. Zira yüce Allah hakkında hangi sıfatların sözkonusu edilip, hangilerinin sözkonusu edilemeyeceğini yüce Allah'tan başka hiçbir kimse bilemez. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "De ki: Siz mi daha iyi biliyorsunuz, yoksa Allah mı?" (el-Bakara. 2/140) Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Artık Allah hakkında örnekler bulmaya kalkışmayın. Çünkü Allah bilir, siz bilmezsiniz." (en-Nahl, 16/74)
    Yüce Allah'tan sonra da Allah'ı onun rasulünden daha iyi kimse bilemez. O rasülü hakkında da yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O kendi hevasından bir söz söylemez. O bildirilen bir vahiyden başkası değildir." (en-Necm, 53/3-4)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat şanı yüce Allah'ın kendisinden önce hiçbir şeyin var olmadığı ilk, kendisinden sonra hiçbir şeyin olmadığı ahir, kendisinden üstün hiçbir şeyin olmadığı zahir, kendisinden öte hiçbir şeyin olmadığı batın olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O hem ilktir, hem ahirdir, hem zahirdir, hem batındır. O herşeyi en iyi bilendir." (el-Hadid, 57/3)
    Yine şuna inanırlar ki; şanı yüce Allah'ın zatı diğer zatlara, varlıklara benzemez. Sıfatları da aynı şekilde diğer sıfatlara benzemez. Çünkü şanı yüce Allah'a benzer, O'na denk, O'na eş olabilecek hiçbir varlık yoktur. O yarattığı varlıklarla kıyas edilmez. Bu bakımdan yüce Allah'ın kendi zatı hakkında tesbit ettiklerini onlar da temsilsiz olarak tesbit ve kabul ederler, ta'til sözkonusu olmaksızın tenzih ederler. Yüce Allah'ın kendi zatı hakkında tesbit ettiğini kabul ettiklerinde, O'nu temsile (başkasına benzetmeye) kalkışmazlar. O'nu tenzih ettikleri vakit de kendi zatını nitelendirdiği vasıfları ta'til etmeye (onları yok gibi kılmaya) da kalkışmazlar. (2)
    Yüce Allah'ın herşeyin kuşatıcısı, herşeyin yaratıcısı, hayatta olan herbir varlığın rızık vericisi olduğuna inanırlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yaratan bilmez mi hiç? O, latiftir, herşeyden haberdardır." (el-Mülk, 67/14);  "Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahihi olan Allah 'tır" (ez-Zâriyat, 51/58)
    Yüce Allah'ın yedi semavat'ın üstünde ve yarattıklarından ayrı olarak Arşın üzerinde istiva ettiğine (3), ilmiyle herşeyi kuşattığına -kitab-ı kerîm'inde yedi ayrı ayet-i kerîme'de kendi zatı ile ilgili olarak haber verdiği şekilde- ve keyfiyet nisbeti sözkonusu olmaksızın (4) inanırlar.
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Rahman arşa istiva etti. " (Taha, 20/5); "Sonra arşa istiva etti." (el-Hadid, 57/4)
    Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır; "Göktekinin sizi yere geçirmesinden emin mi oldunuz? O zaman onun durmadan çalkalanmakta olduğunu göreceksiniz, Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir rüzgar göndermesinden emin mi oldunuz? Hem benim korkutmamın nasıl olduğunu bileceksiniz. " (el-Mülk, 67/16-17)
    Yine yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Güzel söz yalnız O'na yükselir. Onu da salih amel yükseltir." (Fatır, 35/10)
    "Üstlerinde her hususta hakim olan Rahlerinden korkarlar. " (en-Nahl, 16/50)
    Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- da şöyle buyurmuştur: "Ben semadakinin emini olduğum halde, siz bana nasıl olur da güvenmezsiniz?' (Buharî ve Müslim} demiştir. (5)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat kürsi ile arş'ın hak olduğuna da inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...O'nun kürsîsi gökleri ve yeri kuşatmıştır. Onları koruması O'na ağır gelmez. O çok yücedir, çok büyüktür. " (el-Bakara, 2/255)
    Arşın ölçüsünü yüce Allah'tan başka kimse bilemez. Kürsi'nin arş'a nisbeti ise büyük bir düzlükte bırakılmış bir halka gibidir. Gökleri ve yeri kuşatmıştır. Allah'ın arş'a da, kürsi'ye de ihtiyacı yoktur. Ona ihtiyacı olduğundan dolayı arş'a istiva etmiş değildir. Aksine bu kendisinin tesbit ettiği sonsuz bir hikmetin bir gereğidir. O arş'a da, arş'ın dışındaki diğer varlıklara da muhtaç olmaktan münezzehtir. Şanı yüce Allah bundan çok daha büyüktür. Aksine arş da, kürsi de, O'nun kudret ve egemenliği ile taşınan iki varlıktır.
    Yüce Allah'ın Adem'i elleriyle yarattığına -ki O'nun her iki eli de yemindir- elleri ile -kendi zatım nitelendirdiği gibi- dilediği şekilde infak ederek açık olduğuna inanırlar.
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Yahudiler: Allah'ın eli bağlıdır dediler. Söylediklerinden ötürü kendi elleri bağlandı ve onlara lanet edildi. Hayır, Allah'ın iki eli de açıktır. O nasıl dilerse, öyle infak eder." (el-Maide, 5/64); "Kendi ellerimle yarattığıma secdeden seni ne alıkoydu?" (Sâd, 38/75)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat yüce Allah'ın işitme, görme, ilim, kudret, kuvvet, izzet, kelam, hayat, kadem (ayak), yüz, el, beraber oluş (maiyyet) ve buna benzer gerek kendi kitabında, kendi zatını vasfettiği, gerekse de peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem- vasıtası ile belirttiği sıfatları kabul ederler. Bunların keyfiyetini ancak Allah bilir, biz bilemeyiz. Çünkü O, bize bunların keyfiyetine dair haber vermemiştir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
    "Muhakkak ben sizinle birlikteyim. İşitirim ve görürüm." (Ta'ha, 20/46)
    "O alimdir, hakimdir." (et-Tahrîm, 66/2); "Allah, Musa ile de konuştu. " (en-Nisa, 4/164)
    "Celal ve ikram sahibi Rahbinin vechi (yüzü) ise kalıcıdır. " (er-Rahman, 55/27)
    "Allah, onlardan razı olmuştur. Onlar da O'ndan hoşnut olmuşlardır." (el-Maide, 5/119)
    "O, onları sever, onlar da O'nu severler. " (el-Maide, 5/54)
    "Nihayet onlar bizi öfkelendirince, kendilerinden intikam aldık." (ez-Zuhruf, 43/55)
    "Allah... O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. Diridir ve kayyûm'dur." (Al-i İmran, 3/2)
    "Allah'ın kendilerine gazab ettiği bir topluluğu... " (el-Mümtehine, 60/13) ve taunlardan başka diğer sıfat ayetleri...
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat mü'minlerin ahirette gözleriyle Rablerini göreceklerine, onu ziyaret edip, kendisinin onlarla, onların da kendisiyle konuşacaklarına da iman ederler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
    "O günde yüzler var ki apaydınlıktır, Rahlerine bakıcıdırlar. " (el-Kıyame, 75/22-23)
    Onlar ondördündeki ay'ı görüp, onu görmekte sıkıntı çekmedikleri gibi Rablerini göreceklerdir. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz sizler görmekte sıkıntı çekmediğiniz ondördündeki ay'ı gördüğünüz gibi, Rabbinizi göreceksinizdir..." (Buhari ve Müslim)
    Yüce Allah'ın gecenin son üçte birinde celal ve azametine yakışır bir şekilde gerçek bir nüzul ile dünya semasına indiğine de inanırlar. Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Rabbimiz gecenin son üçte biri kaldığı o zamanda her gece dünya semasına iner ve: Kim bana dua eder, duasını kabul edeyim. Kim benden dilekte bulunur, ona vereyim. Kim benden mağfiret diler, ona mağfiret edeyim der." (Buharî ve Müslim)
    Yüce Allah'ın kıyamet gününde kulların arasında hüküm vermek üzere celaline yakışır bir şekilde gerçek manasıyla geleceğine de inanırlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
    "Hayır, yer dağılıp zerreler gibi parça parça edildiğinde, Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiginde." (el-Fecr, 89/21-22); "0nlar buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerin kendilerine gelivermesinden ve işlerin bitiriliverilmesinden başkasını mı bekliyorlar?" (el-Bakara, 2/210)
    Bütün bu hususlar hakkında ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in yöntemi yüce Allah'ın ve Rasülünün haber verdiği şeylere tam bir teslimiyetle inanmaktır. Tıpkı İmam Zührî nin -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dediği gibi: "Risalet göndermek Allah'tan, tebliğ etmek Rasülullah'ın görevi, bize düşen de teslimiyet göstermektir." (6)
    Ve tıpkı İmam Süfyan b. Uyeyne'nin -Allalı'ın rahmeti üzerine olsun- dediği gibi: "Şanı yüce Allah'ın Kur'an'da kendi nefsini vasfettiği şeylerin tefsiri okunduğu gibidir. Bunların keyfiyetsiz ve benzetmeye gitmeksizin tefsir edilmesi gerekir." (7)
    İmam Şafîi -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demektedir: "Ben Allah'a ve Allah'ın muradı üzere Allah'tan gelenlere, Rasûlullah'a ve Rasülullah'ın muradı üzere Rasulullah'tan gelenlere iman ettim." (8)
    Velid b. Müslim dedi ki: el-Evzai'ye, Süfyan b. Uyeyne'ye ve Malik b. Enes'e sıfat ve ru'yet ile ilgili bu hadisler hakkında sordum, hepsi de şöyle dediler: "Bunları geldikleri gibi alınız, onlarla ilgili bir keyfiyet düşünmeyiniz." (9)
    Hicret yurdunun imamı Malik b. Enes -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- der ki: "Bid'atlerden çokça sakınınız." Ona bid'atler nelerdir? diye sorulunca, şu cevabı vermiştir:
    "Bid'at ehli Allah'ın isimleri, sıfatları, kelamı, ameli ve kudreti hakkında konuşup duran, ashabın ve güzel bir şekilde onlara tabi olanların sustuğu hususlar hakkında susmayan kimselerdir. " (10)
    Bir adam kendisine yüce Allah'ın: "Rahman arşın üzerine istiva etmiştir, "buyruğu hakkında: Nasıl istiva etti, diye sorunca, şu cevabı vermişti: "İstiva bilinmeyen bir şey değildir. Fakat keyfiyeti akıl ile bilinemez. Ona iman etmek vacibtir, onun hakkında soru sormak bid'attir, Ben senin sapık bir kimse olduğunu görüyorum" dedikten sonra meclisinden dışarıya çıkartılmasını emretmiştir. (11)
    İmam Ebu Hanife -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: "Yüce Allah'ın zatı hakkında hiçbir kimsenin bir şey söylememesi gerekir. Aksine Allahı kendi zatını ne ile nitelendirmiş ise, onu öylece nitelendirir. Bu hususta kendi görüşüne dayanarak hiçbir şey söylemez. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın şanı ne yücedir!" (12)
    Ona yüce Allah'ın nüzulü (inmesi) hakkında soru sorulunca da: "O keyfiyetsiz olarak iner" diye cevab vermiştir. (13)
    Hafız İmam Nuaym b. Hammad el-Huzaî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demiştir: "Allah'ı yarattıklarına benzeten kafir olur. Allah'ın kendi zatını, kendisi ile nitelendirdiği şeyleri inkar eden de kafir olur. Yüce Allah'ın kendi zatını kendisi ile vasfettiği şey de, Rasulünün nitelendirdiği şey de asla teşbih değildir." (14)
    Seleften bir çoğu şöyle demiştir: "İslam ayağı ancak teslimiyet köprüsü üzerinde sebat gösterebilir." (15)
    İşte zat-ı uluhiyet hakkında ve sıfatları ile ilgili olarak söz söylediğinde -selefin yolunu izleyen bir kimse - bundan dolayı yüce Allah'ın isim ve sıfatları hususunda Kur an-ı Kerîm'in yöntemine bağlanmış olur. Bu yolu izleyen kişi ister selef çağında yaşamış olsun, ister sonraki çağlarda yaşamış olsun.
    İzledikleri yol hususunda selefin yoluna muhalefet eden herkes ise Kur'an'ın yöntemine bağlanmamış olur. İsterse o selefin yaşadığı çağda ve ashab ile tabiîn arasında bulunmuş olsun.
 
DİPNOTLAR
(1) İlhad: Haktan meyletmek ve sapmak demektir. Ta'tîl, tahrif, keyfiyetlendirme, temsîl (örneklendirme) ve teşbîh (benzetme) de bunun kapsamına girer.
Ta'tîl, Allah'ın sıfatlarını kabul etmemek yahut bazılarını kabul edip geri kalanlarını kabul etmemek demektir.
Tahrîf, nassı lafzen ya da mana itibariyle değişikliğe uğratıp onu zahir (kuvvetli) anlamından uzaklaştırıp, ancak zayıf bir ihtimal ile lafzın delalet ettiği bir manaya göre açıklamaktır. Buna göre her tahrif bir ta'tildir, fakat her ta'til bir tahrif değildir.
Keyfîyetlendirme: Keyfe (nasıl) diye soru sormak demektir.
Temsîl ise, her bakımdan benzerinin olduğunu söyleyerek bir şeyin mislinin olduğunu kabul etmek demektir.
Teşbih: Bir şeye bazı yönleriyle benzeyen bir başka şeyin varlığını kabul etmek demektir.
(2) Allah'ın zatının yahut sıfatlarının nasıl olduğunun tahayyül edilmesi asla caiz değildir. Çünkü hatıra gelen yahut zihinde canlanan herbir şeyden yüce Allah daha büyük ve daha azametlidir.
(3)  Arşın üzerine istiva ve uluvv (yücelik) iki ayrı sıfattır. Şanı yüce Allah hakkında O'nun celaline yakışır bir şekilde bu sıfatları kabul ederiz. Selef'e göre istiva lafzının açıklaması "karar bulmak, üstüne çıkmak, üzerine çıkmak ve yükselmek" demektir. Selef bunu bu kelimelerle açıklarlar, fakat bundan ileriye gitmez ve buna bir şey ilave etmezler. Selefin bu kelimeye getirdiği yorumlar arasında "istila etti yahut malik oldu yahut galib geldi ve kahretti" anlamları yoktur.
İstiva'nin Arab dilinde ne demek olduğu bilinen bir şeydir. Bu da yüksek oluş ve yükseğe çıkmak demektir. Sahih-i Buharî'de olduğu gibi.
Keyfiyet ise meçhuldür, onu Allah'tan başkası bilemez. Buna iman etmek ise vacibtir, çünkü bu konuda deliller sabittir. Bu hususta soru sormak bid'attir, çünkü istiva'nın keyfiyetini yüce Allah'tan başkası bilemez.
(4) Bu ayet-i kerîmeler sırasıyla şunlardır: el-A'raf. 7/54; Yunus, 10/3; er-Râd, 13/2; Tâ-hâ, 20/5; el-Furkan, 25/59; es-Secde, 32/4; el-Hadid. 57/4.
(5)  İmam İshak b. Rahaveyh -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- bu ayet hakkında şunları söylemektedir; "İlim ehlinin icmaına göre O arşa istiva etmiştir. Yedinci yerin en dibindeki herşeyi de bilir." Bunu İmam ez-Zehebî, el-Uluvv li'l-Alivvi'l-Gaffar  adlı eserinde rivayet etmiştir.
(6) İmam Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.
(7) İmam Lalekaî, Şerhu Usuli İ'tikadi Ehli Sünneti ve'l-Cemaa'da rivayet etmiştir.
(8) Bk. İbn Kudame el-Makdisî, Lumatu'l-İ'tikadi'l-Hadi ile Sebili'r-Reşad. 
(9) İmam Begavî, Şerhu's-Sunne'de rivayet etmiştir. 
(10) Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.
(11) Bunu Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir. 
(12) Bk. Şerhu 'l-Akideti't-Tahaviye.
(13) Bk. Şerhu 'l-Akideti't-Tahaviye.
(14) İmam ez-Zehebî, el-Uluvv li'l-Alivvi'l-Ğaffar'da rivayet etmiştir.
(15) İmam Beğavî, Şerhu's-Sünne'de rivayet etmiştir.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol