ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣﻤﻦ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢ
Kur'an ve Sünnet

YÖNETİCİLERE İTAAT



YÖNETİCİLERE MARUF ÖLÇÜLERDE İTAATİN GEREĞİ

 
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat olan selef-i salih'in akidesinin esaslarından birisi de şudur: Onlar masiyet ile emretmedikleri sürece müslümanların emir sahiblerine itaati vacib görürler. Masiyet ile emredecek olurlarsa, o hususta onlara itaat caiz değildir. Bunun dışında maruf olan hususlarda onlara itaat gereği devam eder. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunun bir gereğidir:
    "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere de itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, herhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Rasülüne götürünüz. Bu hem daha hayırlı, hem de sonuç itibariyle daha güzeldir." (en-Nisa, 4/59)
    Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in şu buyruğu da bunu gerektirmektedir:
    "Kim bana itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur. Kim bana karşı gelirse, Allah'a karşı gelmiş olur. Emire itaat eden, bana da itaat etmiş olur. Emire isyan eden bana da karşı gelmiş olur." (Buharî ve Müslim); "Başınıza başı bir kuru üzüm tanesini andıran Habeş'li bir köle dahi tayin edilecek otursa, dinleyip, itaat ediniz." (Buharî)(1)
    "Sırtına vursa, malını alsa dahi emire dinleyip itaat et, dinleyip itaat et." (Müslim)
    "Emirinden hoşlanmadık bir şey gören bir kimse ona katlansın. Çünkü insanlar arasından kim yöneticiye karşı bir karış kadar dahi çıkacak olup da, bu haliyle ölecek olursa mutlaka cahiliye ölümü ile ölür." (Müslim)
    O halde maruf olan hususlarda yöneticilere itaat etmek ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in kabul ettiği esaslardan büyük bir esastır. Bundan dolayı selef imamları bunu itikadi esaslar arasına sokmuşlar ve içinde bu hususa dair açıklamanın ve buna dair bilgilerin bulunmadığı bir akaid kitabı hemen hemen çok azdır. Bu her müslüman için şer'î bir farizadır. Çünkü İslam devletinde disiplinin var olması için temel bir esastır.
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat'in görüşüne göre müslüman yöneticilerin arkasında beş vakit: namazı cuma, ve bayram namazlarının kılınacağı, onların yönetimi altında iyiliğin emredilip münkerden sakındırılacağı, cihad edileceği, haccedileceği, iyi ya da kötü olmalarının durumu etkilemeyeceği görüşündedirler. Yine onlara salih olmaları ve doğru yolda yürümeleri için dua edileceği (2), zahiren sahih çizgi üzerinde olmaları halinde onlara nasihat edileceği (3) görüşündedirler. Küfürden daha aşağı mertebede herhangi bir aykırılık işledikleri takdirde kılıçla onlara karşı çıkmayı haram kabul eder ve bunlara sabredileceği görüşündedirler. Çünkü Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- apaçık bir küfürleri ortaya çıkmadıkça masiyet olmayan hususlarda onlara itaat etmeyi fitne zamanında savaşa katılmamayı, birlik iken ümmeti bölmek isteyen kimselerle çarpışmayı emretmiştir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:
    "Sizin en hayırlı yöneticileriniz kendilerini sevdiğiniz ve sizi seven, kendilerine dua ettiğiniz ve size dua eden yöneticilerdir... Kötü yöneticileriniz ise kendilerine buğzettiğiniz, size buğzeden, kendilerine lanet okuduğunuz ve size lanet eden yöneticilerdir. Ey Allah'ın Rasulü! Biz kılıçla bunlara karşı çıkmayalım mı? diye sorulunca, şu cevabı verdi: Aranızda namazı kıldırdıkları sürece hayır. Eğer sizler yöneticilerinizden hoşuna gitmeyecek bir şey görecek olursanız, onların yaptıklarını hoş görmeyiniz, fakat itaatten de el çekmeyiniz." (Muslim)
    Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
    "Size birtakım emirler tayin edilecektir. Birtakım uygulamalarını uygun bulacak, bir kısmını uygun bulamayacaksınız. (Uygun olmayan şeyleri) hoş görmeyen bir kimse kurtulur. Ona karşı çıkan kimse esenlik bulur, ancak razı olup (o münkerde onlara) tabi olanlar müstesna. "Ey Allah'ın Rasulü! Onlarla çarpışmayalım mı? diye sordular. Peygamber-sallahu aleyhi ve sellem-: "Namaz kıldıkları sürece hayır" diye buyurdu." (Müslim) (4)
    Masiyet olan hususlarda onlara itaat etmek ise caiz değildir. Çünkü bu konuda sünnet-i seniye'den gelmiş olan yasak bunu gerektirmektedir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-şöyle buyurmuştur: "Hoşuna giden ve gitmeyen hususlarda müslüman kişiye dinleyip itaat etmek düşer. Masiyetle emrolunmadığı sürece. Eğer masiyetle emrolunacak olursa, ne dinlemek, ne de itaat etmek sözkonusudur." (Buharıi)
    Yine Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Allah'a isyanı gerektiren hususlarda itaat yoktur. İtaat ancak maruf olan hususlardadır." (Buhari ve Müslim)
    İmamın (İslam devlet başkanının) yönettikleri kimselere yaptığı uygulamalarda Allah'tan korkması ve yüce Allah'ın ümmeti gözetmek, Allah'ın dini ve şeriatına hizmet etmek, genel ve özel herkese Allah'ın hükümlerini uygulamak için yüce Allah'ın tayin ettiği bir görevli olduğunu da bilmelidir. İmamın güçlü olması Allah yolunda kınayanın kınamasından çekinmemesi, ümmet, ümmetin dini, kanları, malları, namusları, şeref ve haysiyetleri, menfaatleri, güvenlikleri, onları ilgilendiren hususlar ve yaşayışları konusunda tam anlamıyla güvenilir bir kimse olmalıdır. Kendi adına, kendi nefsi için intikam almaya kalkışmamalı, yalnız Allah için gazablanmalıdır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
    "Allah'ın, yönetimi altına birtakım kimseleri verdiği bir şahıs öleceği günde yönetimi altında bulunanları aldatmış olarak ölürse, mutlaka Allah ona cenneti haram kılar." (Müslim)
 
DİPNOTLAR
(1) "Habeşistan'lı bir köle'nin  görevli olarak tayin edilmesinden kasıt, halife tarafından ülkenin bir bölümü yahut bir askeri birliğe kumandan olarak tayin edilmesi demektir. Buna "küçük emirlik" adı verilir. İbn Hacer, Fet-hu'l-Bari adlı eserinde el-Hattabî'nin şöyle dediğini nakletmektedir: Bazen normal hallerde var olmayan şeyler misal olarak verilebilir. Burada Habeşistan'lı köle tabiri şer'an böyle bir göreve gelmesi düşünülemeyecek olsa bile itaat emrinde mübalağa etmek içindir. Bu hadisin imamet-i uzma (İslam devlet yöneticiliği, halifelik makamı) hakkında kabul edilmesi ise imamlığın Kureyş'ten olacağına delalet eden açık hadislerin varid olması dolayısıyla oldukça uzak bir ihtimaldir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "İmamlar Kureyş'tendir. Kureyş'in iyileri (diğer insanların) iyilerinin emirleri, kötüleri de diğerlerinin kötülerinin emirleridir. Herbirisinin bir hakkı vardır, her hak sahibine hakkını veriniz. Eğer Kureyş sizin aranızda azaları kesik Habeşistan'lı bir köleyi emir tayin edecek olursa, onu dahi dinleyip, ona itaat ediniz." (el-Elbanî, Sahihu'l-Camî).
    Yine Peygamber şöyle buyurmuştur; "Onlardan iki kişi dahi kalmış olsa, bu iş Kureyş arasında kalmaya devam edecektir." (Buharî ve Müslim) Ayrıca Kureyş'e şer'an böyle bir özellik verilmiştir. Buna sebeb ise neseb ve cins bakımından sabit bir faziletlerinin olmasından dolayıdır. Bu fazilet ise seçilmiş olmak faziletidir. Çünkü Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Allah İsmailoğulları arasından Kinane'yi seçti. Kinane'den de Kureyş'i seçti. Kureyş'ten, Haşimoğullarını seçti, Haşimoğullarından da beni seçti." (Müslim)
    Hatta Kureyş'in dini uygulaması dolayısıyla bu iş Kureyş'in arasından çıkacak olsa bile, bu Kureyş'lilerin ebediyyen dini uygulayacak kimsenin aralarında kalmadığı anlamına gelmez. Kureyş'li olmayan bir kimse Kureyş'liye galib gelip, imamete gelecek olursa, bu nübüvvet usulüne uygun bir halifelik olmaz. Aksine bu bir hükümdarlık olur.
Hafız İbn Hacer, FethU'l-Barî de şöyle demektedir: "Kadı İyad imamın Kureyş'li olmasının şart olduğu hususunda şöyle demekledir: Bütün ilim adamlarının kabul ettiği görüş budur. Hatta bu icmaın gerçekleştiği meseleler arasında sayılmıştır. Bu hususta seleften herhangi bir kimsenin farklı bir kanaat belirttiği nakledilmiş değildir Onlardan sonra da bütün bölgelerde durum aynıdır." (XIII, 127)
(2) Yöneticilerin salah bulmaları, istikamet ve hidayet üzere olmaları için dua etmek selef-i salih'in izlediği bir yoldur. İmam el-Berbeharî değerli kitabı Şerhu's-Sünne (s.116) adlı eserinde şöyle demektedir; Sen bir adamın yöneticiye beddua ettiğini görürsen bil ki o bir heva sahibidir. Eğer bir adamın yöneticiye ıslah olması için dua ettiğini görecek olursan, bil ki o -yüce Allah'ın izniyle- sünnete bağlı bir kimsedir. Fudayl b. İyad -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle der: Eğer benim kabul edilecek bir duam olduğunu bilseydim, bunu mutlaka yöneticiye dua için ayırırdım. Çünkü bizler onların ıslah olmaları için dua etmekle emrolunduk, onlara beddua etmekle emrolunmadık. İsterse haksızlık etsinler, zulmetsinler. Çünkü onların zulüm ve haksızlıkları kendi aleyhlerinedir. Salah bulmaları ise hem kendilerinin, hem müslümanların lehinedir." Diğer taraftan onların salah bulmaları ile ümmet de ıslah olur. Hasan-ı Basrî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demiştir: "Şunu bil ki -Allah sana afiyet versin-hükümdarların zulümleri yüce Allah'ın intikamlarından bir intikamdır. Yüce Allah'ın intikamlarına da kılıçlarla karşılık verilmez. Bu intikamlar dua, tevbe, Allah'a dönüş, günahlardan vazgeçmek ile bertaraf edilir ve silinir. Şüphesiz Allah'ın musibetlerine ne zaman kılıçla karşı çıkılacak olursa, Allah'ın intikamı kılıçtan daha keskindir."
    Denildiğine göre Hasan-ı Basrî Haccac'a beddua eden bir adamın sözlerini işitince, o da şöyle demiş: Bunu yapma, Allah sana rahmet eylesin. Asıl bu musibetler size bizzat kendi yaptıklarınızdan dolayı gelmiştir. Biz korkarız ki Haccac azledilir yahut ölürse, maymunlar ve domuzlar gelir, size yönetici olurlar." (İbnu'l-Cevzî, Adabu'l-Haseni'l-Basrî, s. 119.)
(3) İmam Nevevî -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- şöyle demekledir: "Müslüman yöneticilere nasihata gelince, hak üzere onlara yardım etmek, bu hususta onlara itaat etmek, yumuşaklıkla ve uygun bir dille onlara hakkı emretmek, onları uyarmak, onlara öğüt vermekle ve unuttukları hususları onlara tekrar bildirmekle olur." (Şerhu Sahih-i Müslim, II. 241)
(4) Şunu bil ki her kim halifelik görevine gelir, insanlar etrafıında toplanır, onun halifeliğine razı olurlarsa yahut ta halife oluncaya kadar kılıcıyla galib gelirse, ona itaat farz olur, ona karşı çıkmak haram olur. İmam Ahmed şöyle demiştir: "Diğer yöneticilere halife oluncaya kadar kılıç ile galib gelen ve emiru'l-mü'minin diye adlandırılan bir kimseye karşı Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimsenin ister iyi, ister kötü bir kimse olsun onu meşru imam görmeyip, geceyi geçirmesi o kimseye helal olmaz." (Ebu Ya'la, el-Ahkamu's-Sultanive, s. 23)
    Hafız ibn Hacer, Fetbu 'l-Barî de şöyle demektedir: "Fukaha muteğallub yoluyla (güç kullanarak) yönetim başına gelen kimseye itaatin ve onunla birlikte cihad etmenin vacib olduğunu, ona itaat etmenin ona karşı çıkmaktan hayırlı olduğunu icma ile kabul etmişlerdir. Çünkü bu yolla kanların dökülmesi önlenir ve avam teskin edilmiş olur." (XIII, 9)
    Şeyhu'l-İslam İbn Teymiye -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- de şöyle demektedir: "Otorite sahibi bir imama karşı çıkılıp da bu işten dolayı meydana gelen kötülüğün bu karşı çıkmanın sağlayacağı hayırdan çok daha büyük olmadığı haller çok azdır." (Minhâcu's-Sünne, II, 241)
    Yöneticilerden Allah'ın şeriatını yürürlükten kaldırıp onunla hükmetmeyerek, başkasıyla hükmedenlere gelince, bunlar müslümanların kendilerine itaat etmeleri gereken yöneticilerin dışına çıkmışlardır. Çünkü bunlar kendisi sebebiyle emirlerinin dinlenilip kendilerine itaat edilmesini ve kendilerine karşı çıkılmaması hakkını elde ettikleri ve o göreve getirilmelerine sebeb teşkil eden asıl maksadı ortadan kaldırmış oluyorlar. Çünkü yöneticinin bu konumda bulunma hakkını kazanması, ancak müslümanların işlerini yerine getirmek, dini korumak ve yaymak için çalışmak, şeriatın ahkamını uygulayıp müslümanların sınırlarını sağlamca korumak, davette bulunduktan sonra İslam'a karşı inatlaşanlarla cihad etmek için bütün bu hakları elde eder. Ayrıca o müslümanları dost, dinin düşmanlarını da düşman bilmek zorundadır. Eğer yönetici dini korumayacak yahut müslümanların işlerini yerine getirmeyecek olursa, bu yöneticinin imamet hakkı ortadan kalkar ve İslam ümmetinin -bu hususta durumu takdir etmek üzere kendilerine başvurulan ehl-i hal ve'l-akd' de müşahhas ifadesini bulan İslam ümmetinin onu görevden uzaklaştırması, imametin maksatlarını gerçekleştirebilecek bir başka kimseyi tayin etmeleri gerekir.
    Buna göre ehl-i sünnet sadece zulüm ve fasıklık sebebiyle -çünkü günahkar olmaları ve zulmetmeleri onların dini zayi etmeleri anlamına gelmez- imamlara karşı çıkmayı caiz kabul etmezken kastettikleri imam Allah'ın şeriatı ile hükmeden yöneticidir. Çünkü selef-i salih dini korumayan bir yönetim tanımıyorlardı. Onlara göre böyle bir emirlik, emirlik değildir. Onlara göre emirlik ancak dini uygulamaya koyandır. Bundan sonra ise bu emirlik iyi emirlik ya da kötü emirlik olabilir.
    Ali b. Ebi Talih (r.a) şöyle demiştir: İyi ya da kötü insanlar için bir emirlik, bir komutanın olması kaçınılmaz bir şeydir. Ona: İyi emirliğin ne olduğunu biliyoruz, kötü emirlik de ne oluyor? diye sorulunca şöyle demiştir; O bu emirliği ile yolların güvenliğini sağlar, bunun sayesinde hadler uygulanır, bunun sayesinde düşman ile cihad edilir ve bu yolla da alınan ganimetler hak sahiblerine pay edilir." (İbn Teymiye, Minhâcu's-Sünne, l, 146,)
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol