İMAN VE EHLİ SÜNNET AKİDESİ
İMAN VE EHLİ SÜNNET AKİDESİ
Kısaca Ehl-i Sünnet'in akidesi!
İslam ümmetinin bugün içinde bulunduğu bu bölünmüşlük ve çekişme hali, bununla beraber mevcut her
İslam ümmetinin bugün içinde bulunduğu bu bölünmüşlük ve çekişme hali, bununla beraber mevcut her
grup ve cemaatin, kendi metoduna çağırması ve kendi cemaatini hak yol üzere görmesi, insanların düştükleri bu keşmekeş içinde ne yapacaklarını, kime uyup, kimi örnek alacaklarını bilemez halde, inançlarını yitirme noktasına gelmiş olmaları, bize
sahabe ve tabiin dönemindeki övülmüş Müslümanların akidesini açıklama ihtiyacı hissettirmektedir.
Fakat gerçek İslam'ın tamamen yok olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimden bir grup, Allah'ın emri (kıyamet) gelinceye kadar, hak üzere
muzaffer olmaya devam edecek, onları desteksiz bırakanlar ve onlara muhalefet edenler, onlara zarar veremeyeceklerdir."62
İşte bu noktada, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği İslam’a
sarılan; sahabe, tabiin ve etbâu't tabiin neslinde örneği görülen bu topluluğu "Fırkatu'n Naciye'yi (Kurtuluşa eren fırka) ve "Taifetu'l Mansura'yı (Allah'ın yardımına mazhar Taife) tanımamız gerekir. Selefi Salih'in (Allah hepsinden razı olsun) doğal bir uzantısı olan bu grup, Ehli Sünnet ve'l Cemaat olarak da anılır.
AKİDENİN TANIMI:
Sözlük Anlamı: a-k-d kökündendir. Düğüm, sağlamlaştırmak, kıvamına
getirmek, sıkıca bağlamak anlamına gelir.
Terim olarak içinde hiçbir şüphenin bulunmadığı kesin inanç demektir.
SELEFİN SÖZLÜK VE TERİM ANLAMI:
Sözlükte: Geçen, önceden olan, önde olan demektir. Önde geçen hakkında
"Selefe'ş şey'u selefen" O şey öne geçti, denilir.
Selef; geçmiş cemaattir. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu: "Onları, sonradan
gelenlerin geçmişi (Selefi) ve bir ibret örneği kıldık." (Zuhruf, 56)
Yaşça ve faziletçe sizden önde olan babalarınız ve dedeleriniz sizin selefinizdir.
İşte bu nedenle ilk Müslümanlar Selefi Salih olarak isimlendirilirler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabesi ve güzel bir şekilde onlara tabi olanlar, bu akideye inanan bir kişi bu ümmetin Peygamberi'nin Ashab-ı Kiramının -Allah hepsinden razı olsun- gösterdiği yol üzerinde yürür.
SELEFİ SALİHİN'İN İTİKAD USULÜ:
Ehli Sünnet ve'l-Cemaat itikâdî, ameli ve ahlaki konularda, Allah'ın Kitabı ve
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in sahih sünnetinden dayanak edindikleri sabit ve açık usullere göre hareket etmişlerdir. Ehli Sünnet, Dinin ana esaslarına dair,
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem tarafından açıklanan kaidelere bağlıdır. Dini ko- nularda kimsenin kendi görüşlerine göre icatlarda bulunup, onu dinden bir şey olarak
takdim etme hakkı yoktur. Ehli Sünnet, şer’i naslara sarılarak bidatlerden kaçınmıştır.
Ehli Sünnet ve'l-Cemaat dinin ana esasları olarak bağlı olduğu asıllar şöyledir:
İmanın şartları: Allah’a, meleklerine, Allah’ın peygamberlerine indirdiği
kitaplara, gönderdiği elçilere (peygamberlere), Âhiret Günü’ne, iyi ve kötü yönleriyle(hayrı ve şerriyle) kadere inanmaktır. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki; Allah’a Âhiret Günü’ne, kitaplara,
peygamberlere inanır.” (Bakara 177).
Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
Ve Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Peygamber ve müminler, Rabbi tarafından peygambere indirilene iman etmişlerdir. Onların hepside Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman etmişler; Allah’ın peygamberlerinin hiçbirini diğerlerinden ayırmayız demişlerdir.” (Bakara 285).
Ve şöyle buyurmuştur:
Ve şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Biz her şeyi belli bir kaderle yarattık.”(Kamer 49).
İmanın tarifi:
İman; kalp ile inandığını dil ile söylemek, yaptığın amellerle de
İman; kalp ile inandığını dil ile söylemek, yaptığın amellerle de
onu doğrulamaktır. Allah’a ve peygamberine itaat etmekle artar, Onlara isyan etmekle azalır. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Müminler ancak o kimselerdir ki; Allah’ın adı anıldığı zaman kalpleri
ürperir. Allah’ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını artırır ve sadece Rablerine güvenirler. Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah’ın yolunda) harcarlar. İşte gerçek müminler onlardır.”(Enfal 2.-4)
Ve şöyle buyurmuştur:
Ve şöyle buyurmuştur:
“Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve Âhiret Günü’nü
inkâr eder, iman etmezse, muhakkak ki doğru yoldan uzaklaşmış ve sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa 136).
İman dil ile söylemek;
Allah’a dua etmek, O’nun ismini sıfatlarını zikretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, Kur’an okumak ve buna benzer şekilde
amellerde bulunmak ile olur. İman kalp ile inanmaktır. Allah’a yaratma, yönetme, öldürme, diriltme, fayda ve zarar verme gibi rububiyyeti ile alakalı konularda O’ nu birleyerek kulluk etmelidir. Yine Allahu Teâlâ’ya Ondan başkasından yardım istemeden, Ondan başkasına adak adamadan, tevessülde bulunmadan, O’ndan
Allah’a dua etmek, O’nun ismini sıfatlarını zikretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, Kur’an okumak ve buna benzer şekilde
gayrisinden (uluhiyyeti hak edecek şekilde) korku duymadan ve ümit etmeden uluhiyyeti ile alakalı konularda kulluk etmelidir. Bunun yanı sıra kendisine ait isim ve
sıfatlarında ise tevilsiz (manasını saptırmadan), teşbihsiz, (yaratılmış herhangi bir şeye benzetmeden), tekyifsiz (işte bu şekildedir demeden), ta’tilsiz (manalarını iptal etmeden) ibadeti sadece O’na has kılarak inanmalıdır. İşte ancak bu üç tevhidi kâmil manada yerine getiren kul Rabbini kâmil manada birlemiş olabilir.
Böylece iman kelimesinin içine; Allah’ı sevmek, Ondan korkmak, hata
yapıldığında O’na dönmek, O’na tevekkül etmek gibi kalbe ait bazı ameller girer.
İslam’ın şartlarından olan namaz, oruç, zekât, hac, Allah yolunda cihat etmek, O’nun rızası için ilim talep etmek gibi vücut azaları ile yapılan işlerde iman kelimesinin içine
girer. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın âyetleri onlara okunduğu zaman, onların imanlarını artırır.”(Enfal 2).
Ve şöyle buyurmuştur:
Ve şöyle buyurmuştur:
“İmanlarına iman katmak için, müminlere kalplerine huzur ve sükûnet indiren O’dur." (Fetih 4).
İman; kulun yapmış olduğu ibadet ve taatlerle artar ve yine ibadet ve
taatlerindeki eksiklikle azalır. Günahlar imanın azalmasında oldukça etkili bir rol oynar.
Eğer işlenilen günah büyük şirk ya da küfre götüren bir şey, değilse, o zaman imanın kemâlatı kaybolur, güzelliği ve saflığı bozulur ve zayıflar. Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, affetmez
Bunun dışındaki her şeyi dilediği kimse için affeder.”(Nisa 48).
Ve şöyle buyurmuştur:
Ve şöyle buyurmuştur:
“Onlar söylemediklerine dair Allah’a yemin ettiler. Hâlbuki onlar
kendilerini kâfirliğe götüren sözü söylediler. Ve Müslüman olduktan sonra küfre girdiler (kâfir oldular).” (Tevbe 74)
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
ﲔﺣ ﱐﺍﺰﻟﺍ ﱐﺰﻳ ﻻ ﲔﺣ ﺮﻤﳋﺍ ﺏﺮﺸﻳ ﻻﻭ ﻦﻣﺆﻣ ﻮﻫﻭ ﻕﺮﺴﻳ ﲔﺣ ﻕﺭﺎﺴﻟﺍ ﻕﺮﺴﻳ ﻻﻭ ﻦﻣﺆﻣ ﻮﻫﻭ ﱐﺰﻳ
ﻦﻣﺆﻣ ﻮﻫﻭ ﺎﺮﺷ
“Zina eden, zina ederken, hırsız, hırsızlık yaptığı sırada, içki içen de içki
içerken iman üzere değildir.”63
62. Müslim(3/65-Nevevi Şerhi)
63. Buhari(eşribe 1) Müslim(iman 100)
63. Buhari(eşribe 1) Müslim(iman 100)
Selef Akidesinin Önemi
Şüphesiz ki selef akidesini incelemenin önemi bizatihi akidenin kendisinin öneminden ve tekrar insanları bu akideye döndürmek için kesintisiz ve sürekli çalışmanın zorunlu oluşundan ileri gelmektedir.
Bunun da birkaç sebebi vardır:
1 - Bu akide sayesinde müslümanların ve İslam davetçilerinin safları birleşir. Bu akide etrafında sözbirliği ederler. Bu olmaksızın darmadağın olurlar. Çünkü bu akide kitabın, sünnetin öngördüğü ve ashab-ı kiram’ın oluşturduğu ilk neslin akidesidir. Bunun dışındaki bir akide etrafındaki her bir toparlanmanın sonu başarısızlık ve dağılma olacaktır.
2 - Selefî akide müslümanın kitab ve sünnetin nasslarını ta’zim etmesini sağlar, bu nassların ihtiva ettiği manaları reddetmekten yahut ta bunları hevâya uygun yorumlayarak onlarla oynamaktan korur.
3 - Müslümanı selefi teşkil eden ashaba ve onlara tabi olanlara bağlar. Böylelikle bu onun izzetini, imanını ve şerefini arttırır. Çünkü Allah dostlarının efendileri, takva sahiblerinin önderleri onlardır.
Nitekim durum İbn Mes’ud -Radıyallahu anh-’un şu sözlerinde ifade ettiği gibidir:
"Allah kullarının kalblerine baktı. Muhammed -Sallallahu aleyhi ve sellem-’ın kalbinin, kulların kalblerinin en hayırlısı olduğunu gördü. O bakımdan onu kendisi için seçti ve risaletiyle onu gönderdi. Muhammed -Sallallahu aleyhi ve sellem-’in kalbinden sonra yine kulların kalblerine baktı, onun ashabının kalblerinin sair kullar arasında en hayırlı kalbler olduğunu gördü. O bakımdan onları da peygamberine dini uğrunda savaşacak yardımcıları kıldı. Bu bakımdan müslümanların güzel gördükleri bir şey Allah nezdinde de güzeldir. Kötü gördükleri şey de Allah nezdinde de kötüdür." (İmam Ahmed, Müsned, I, 379. Ahmed Muhammed Şakir, senedinin sahih olduğunu belirtmiştir; no: 3600)
Yada durum, İbn Ömer -Radıyallahu anhüma-’dan söylediği rivayet edilen şu sözlerde dile getirdiği gibidir:
"Sizden herkim birilerinin sünnetini (yolunu) izleyecek olursa, ölmüş olanların yolunu izlesin. Bunlar Muhammed -Sallallahu aleyhi ve sellem-’ın ashabıdırlar. Onlar bu ümmetin en hayırlıları idiler. Kalbleri en iyi, ilimleri en derin, gereksiz yere kendilerini zora koşmaktan en uzak kimseler idiler. Allah onları Peygamberine arkadaşlık etmek, dinini başkalarına aktarmak için seçti. O bakımdan sizler de onların ahlakı ile ahlaklanmaya ve onların gittikleri yoldan gitmeye çalışınız. Onlar Muhammed’in ashabıdırlar, onlar Kabe’nin Rabbi olan Allah hakkı için dosdoğru hidayet üzere idiler." (Bk. Ebû Nuaym, el-Hilye, I, 305)
4 - Selef akidesinin ayırıcı bir özelliği de açık ve anlaşılır olmasıdır. Çünkü bu akide tasavvur ve kavrayışta te’vil, ta’til ve teşbih (ileride açıklamaları gelecektir)’den uzak bir anlayış ve kavrayıştan hareketle kitab ve sünneti delil edinir.
Bu akideye sarılan kimse Allah’ın zatı hakkında delilsiz söz söyleyip, helak olmaktan, Allah’ın kitabı ile Peygamberinin sünnetinin nasslarını reddetmekten kurtulur.
Dolayısıyla bu akideye sahib olan kimse ilahi takdire razı olur ve huzur ile kadere boyun eğer, Allah’ın azametini takdir eder.
Bu akide, mümini aklın güç yetiremeyeceği gaybi hususlar üzerinde düşünmek külfetinden kurtarır.
O halde selef akidesi kolaydır, karmaşıklıktan ve anlaşılması zor hususlardan uzaktır.