ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣﻤﻦ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢ
Kur'an ve Sünnet

YAŞAYIŞ ve AHLAK



YAŞAYIŞ ve AHLAK HUSUSUNDA EHL-İ SÜNNET'İN YOLU

 
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat olan selef-i salih'in akidesinin esaslarından birisi de onların iyiliği emredip, kötülükten alıkoymalarıdır. (1) Bu ümmetin hayırlı olma özelliğinin bu yolla kalacağına, İslam'ın şiarlarının en büyüklerinden biri olduğuna, İslam cemaatinin korunmasının sebebi olduğuna da inanırlar. İyiliği emretmek, güç ve imkan oranında vacibtir. Bu hususta maslahat gözönünde bulundurulur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
    "Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirirsiniz. Siz Allah'a da iman edersiniz." (Al-i İmran, 3/110)
    Peygamber -sallallabu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmaktadır: "Sizden kim bir kötülük (münker) görürse, onu eliyle değiştirsin, gücü yetmezse diliyle, gücü yetmezse kalbiyle (değiştirsin). Bu imanın en zayıf halidir." (Müslim)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat emir ve yasaklamada bulunurken yumuşaklığa öncelik tanınacağı, hikmetle ve güzel öğütle davette bulunulacağı görüşündedirler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
    "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel yolla mücadeleni yap..." (en-Nahl, 16/125)
    İyiliği emredip, münkerden alıkoyarken yüce Allah'ın şu buyruğunun bir gereği olarak insanların verecekleri eziyetlere katlanmanın vacib olduğu görüşündedirler:
    "İyiliği emret, kötülükten alıkoy, sana isabet edene de sabret. Çünkü bunlar kesin olarak emredilen işlerdendir." (Lukman, 31/17)
    Ehl-i sünnet iyiliği emredip, münkerden alıkoyarken aynı zamanda cemaati korumak, kalbleri birbirine ısındırmak, sözbirliğini gerçekleştirmek, ayrılığı ve tefrikayı ortadan kaldırmak diye ifade edebileceğimiz bir başka esası da gözönünde bulundururlar.
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat her müslümana nasihatta bulunur, birr (iyilik) ve takva ölçüleri içerisinde yardımlaşırlar.
    Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Din nasihattir." Biz: Kime diye sorduk, şöyle buyurdu: "Allah'a, kitabına, rasülune, müslümanların yöneticilerine ve onların hepsine." (Müslim)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat cuma namazı, farz namazların cemaatle kılınması, hac, cihad ve iyi ya da kötü olsunlar yöneticilerle birlikte -bid'atçilerin hilafına- bayramların yapılması gibi İslam'ın şiarlarının uygulanmasına dikkat ederler.
    Farz namazları eda etmeye ve vaktinin başında cemaatle kılmaya gayret eder ve bu hususta ellerini çabuk tutarlar. Namaz vaktinin başı sonundan daha efdaldir. Namazda huşu ve itmi'nan (tadil-i erkan)'a riayet edilmesini söylerler. Bu da yüce Allah'ın şu buyruğunun gereğidir:
    "Mü'minler gerçekten felah bulmuşlardır. Onlar ki namazlarında huşu içindedirler." (el-Mu'minun, 23/1-2)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat geceleyin namaz kılmayı birbirlerine tavsiye ederler. Çünkü bu Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın izlediği bir yoldur. Yüce Allah da peygamberine gece namazı kılmasını ve yüce Allah'a itaat hususunda bütün gayretini ortaya koymasını emretmiştir.
    Aişe -Radıyallahu anh-dan gelen rivayete göre Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ayakları çatlayacak hale gelinceye kadar gece namaz kılardı. Aişe ona: Ey Allah'ın Rasulü! Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlamış olduğu halde, niçin böyle yapıyorsun? deyince, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-: "İşte bundan dolayı benim Allah'a çokça şükreden kul olmayı sevmem gerekmez mi?" diye cevab vermiştir. (Buharî)
    Ehl-i sünnet ve'l-cemaat imtihana maruz kaldıkları konumlarda sebat gösterirler. Bu da belalar karşısında sabır ile rahatlık ve bolluk halinde şükür ile ilahi kaza ve takdirin acı olanlarına da sabır ile olur. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sabredenlere de ecirleri hiç şüphesiz hesapsız verilir." (ez-Zümer, 39/10)
    Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- de şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki mükafatın büyüklüğü belanın büyüklüğü ile birlikte sözkonusudur. Muhakkak Allah bir topluluğu sevdi mi onlara bela verir. Kim razı olursa, onun için de (ilahi) rıza vardır. Kim de razı olmazsa, onun için de razı olmayış sözkonusudur." (2)
    Ehl-i sünnet belayı temenni etmezler ve Allah'tan bela istemezler. Çünkü onlar bu belalara karşı sebat gösterip gösteremeyeceklerini bilemezler. Ancak belalara maruz kaldıklarında da sabrederler.
    Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:
    "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz, Allah'tan afiyet dileyiniz. Onlarla karşılaştığınız takdirde ise sabrediniz." (Buharî ve Müslim)
    Ehl-i sünnet mihnet ve sıkıntı zamanlarında Allah'ın rahmetinden ümit kesmezler, çünkü yüce Allah bunu haram kılmıştır. Ancak bela günlerinde pek yakın bir kurtuluş ümidi ve kesin ilahi yardımı ümit ederek yaşarlar. Çünkü onlar Allah'ın vaadine güvenirler, zorlukla birlikte kolaylığın olduğunu bilirler. Karşılaştıkları mihnetlerin sebeblerini kendi nefislerinde araştırırlar, kendilerine isabet eden mihnet ve musibetlerin ancak ellerinin kazandıkları sebebiyle gelip çattığı kanaatinde olurlar. Yardımın bazen masiyetlere düşmek yahut şeriata tabi olmaktaki kusur sebebiyle gecikmiş olabileceğini düşünürler. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Size isabet eden her musibet ellerinizle kazandıklarınız sebebi iledir." (eş-Şûrâ, 2/30)
    Mihnetlerde ve din uğrundaki çalışmalarında yeryüzü sebeplerine ve dünyevi aldanışlara güvenmezler. Ancak kevnî sünnetlerden gafil olmazlar. Yüce Allah'a karşı takvalı olmanın, günahlardan dolayı mağfiret dilemenin, Allah'a güvenip rahatlık zamanlarında şükretmenin zorluktan sonraki kurtuluşun çabuklaştırılması için önemli sebepler arasında olduğunu kabul ederler.
    Ehl-i sünnet nimete karşı nankörlük etmenin cezasından korkarlar. Bundan dolayı insanlar arasında yüce Allah'a en çok şükreden ve hamdedenlerin küçük ya da büyük her nimet halinde bu hallerini sürdürmeye çalışanların onlar olduğunu görürsün. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- söyle buyurmuştur:
    "Sizden daha aşağıda bulunana bakınız, sizden daha yukarda olanlara bakmayınız. Çünkü böylesi Allah'ın üzerinizdeki nimetlerini küçümsememeniz için daha uygundur." (3)
    Ehl-i sünnet güzel ahlaki değerler ve güzel amellerle bezenmeye çalışırlar. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
    "Mü 'minler arasında imanı en mükemmel olanları ahlakı en güzel olanlarıdır." (4) ; "Şüphesiz aranızda benim en sevdiğim ve bana kıyamet gününde konumu itibariyle en yakınınız ahlakı en güzel olanınızdır." (5) ; "Mizana konulacaklar arasında güzel ahlaktan daha ağır hiçbir şey yoktur. Şüphesiz güzel ahlak sahibi bunun sayesinde çokça oruç tutan, namaz kılan kimsenin mertebesine bile ulaşır." (6)
    Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Olan Selef-i Salih'in Bazı Ahlaki Esasları:
    İlim ve amelde ihlaslıdırlar. Bu işlerine riyanın girmesinden korkarlar. Yüce Allah: "Uyanık olun, halis olan din yalnız Allah'ındır." (ez-Zümer, 39/3) diye buyurmuştur.
    Yüce Allah'ın haram kıldığı hususlara gereken saygıyı gösterirler. Haram kıldıkları şeyler çiğnendiği vakit rahatsız olurlar. Allah'ın din ve şeriatinin zaferi için gayret gösterirler. Müslümanların saygı duyulması gereken haklarını çokça ta'zim eder, onlar için hayrı çokça isterler. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim Allah'ın şeâirini ta'zim ederse, şüphesiz ki o kalblerin takvâsındandır." (el-Hac, 22/32)
    Hayır işlerken içleri ile dışları arasında hiçbir fark olmayacak şekilde münafıklığı terketmeye, yaptıkları amelleri gözlerinde küçük görmeye, ahiret amellerini her zaman için dünya işlerinden önde tutmaya gayret ederler.
    Kalbleri incedir, yüce Allah'ın haklarına karşı kusurlu olduklarından ötürü -Allah onlara merhamet eder ümidiyle- çokça ağlar, bir cenaze gördüklerinde yahut ölümü ve ölüm sekeratını son nefesin kötü bir halde verilmesini hatırladıklarında ise çokça ibret alır, ağlar, kalbleri adeta yerinden oynarcasına ölüm işine gereken önemi verirler.
Herhangi birileri Yüce Allah'a yakınlık derecesinde ne kadar ileri mertebeye gitmişse, alçak gönüllülüğü o derece fazla olur.
    Gece gündüz çokça tevbe ederler, mağfiret dilerler. Çünkü onlar itaat hallerinde dahi günahtan kurtulamadıklarını görürler. Bundan dolayı itaatlerindeki huşularının azlığından yüce Allah'ın gözetimi altında olduklarını az düşünmelerinden ötürü mağfiret dilerler, herhangi bir amelleri dolayısı ile kendilerini beğenmeye (ucb) kalkışmazlar. Meşhur olmaktan hoşlanmazlar, aksine günahları bir tarafa, itaat hallerinde bile eksiklik ve kusurlarının bulunduğu görüşündedirler.
    Takva hususunda işi çokça sıkı tutarlar, onlardan herhangi bir kimse takva sahibi olduğunu iddia etmez, yüce Allah'tan çokça korkarlar.
    Sonları kötü olur korkusuyla Allah'tan çokça korkarlar. Allah'ı anmaktan gafil olmazlar. Dünya onlara göre değersizdir, dünyayı şiddetle reddederler. Allayıp pullamaksızın ihtiyacı karşılayacak kadarı müstesna -evler yapmaya pek önem vermezler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır: "Allah'a yemin ederim, ahirete göre dünya ancak sizden herhangi birr kimsenin parmağını ne alır diye bakmak üzere şu denize daldırıp, çıkarması gibidir." (Müslim)
    Dine yahut dindarlara zararı dokunan hataları kabul etmezler. Aksine bu gibi hataları reddederler ve böyle bir söz söyleyen kimse için de mazur görülebileceği bir sebep bulmaya çalışırlar. Müslüman kardeşlerinin hatalarını çokça örtmeye çalışırlar. Kendi nefisleri adına münakaşaya girmemeye çokça gayret ederler. Herhangi bir kimsenin bir hatasının ortaya çıkmasını sevmezler. İnsanların ayıpları ile uğraşmaktansa kendi kusurları ile meşgul olurlar. Başkalarının kusurlarını örtmeye de, sırlarını gizlemeye de gayret ederler.
    Bir kimse hakkında duyduklarını ona ulaştırmazlar. İnsanlara düşmanlığı terkederler ve onları idare etmeye, herhangi bir kimseye kötülükle karşılık vermemeye dikkat ederler. O bakımdan onlar kimseye (şahsi) düşmanlık beslemezler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır: "Cennete başkasının lafını alıp götüren hiçbir kimse girmez." (Buhari ve Müslim)
    Meclislerinde gıybetin kapısını kapatırlar, meclislerini bir günah meclisine dönüşmemesi için gıybet etmekten dillerini alıkoyarlar. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı'? İşte bundan tiksindiniz." (el-Hucurat, 49/12)
    Çokça haya, edeb, sevgi, ağırbaşlılık ve vakar sahibidirler. Az konuşur, az güler, çokça susar ve hikmetle konuşurlar. Böylelikle bir şeyler öğrenmek isteyenin işini kolaylaştırırlar. Dünyalık sebebiyle sevinmezler, bu ise akıllarının kemalinden ötürüdür. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmaktadır:
    "Allah'a ve ahiret gününe iman eden bir kimse ya hayır söylesin yahut sussun." (Buharî ve Müslim) Yine şöyle buyurmuştur: "Susan kimse kurtulur." (7)
    Dövmek, mallarını almak, şeref ve haysiyetlerine dokunmak yahut buna benzer bir yolla kendilerine eziyette bulunan herkesi çokça affedip bağışlarlar. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Öfkelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir onlar. Allah iyilik edenleri sever." (Al-i İmran, 3/134)
    İblis'e karşı savaşta gaflete düşmezler. Onun hile ve tuzaklarını, avlanma usullerini bilmeye çokça gayret eder, abdest, namaz ve diğer ibadetlerde kendilerini vesveseye kaptırmazlar. Çünkü bütün bunlar şeytandandır.
    İhtiyaçlarından arta kalan mallarından gece gündüz, gizli açık çokça sadaka verirler. Arkadaşlarının durumlarını çokça sorup araştırırlar. Buna sebeb ise onların gerek duyacakları yiyecek, giyecek, mal gibi hususlarda onları gözetmektir. Buldukları takdirde, helalde de israfa gitmezler.
    Cimriliği yerdikleri gibi çokça cömerttirler, mallarını fedakarca harcar, yolculukları halinde de ikamet ettikleri zamanlarda da kardeşlerini gözetirler. Böylelikle asıl maksat olan dinin zaferi hususunda yardımlaşma ve dayanışma gerçekleşir. Kardeşlere iyilikte bulunmayı, birbirlerini sevindirmeyi çokça arzu ederler ve bu hususta kardeşlerini kendilerine tercih ederler.
    Şer'î bir mazeret olması hali dışında, misafire ikramda bulunur ve bizzat kendileri ona hizmet ederler. Bununla birlikte kendilerinde kalması, ona yemek yedirmek ve ona hizmet etmekle, ona gereken mükafatta bulundukları kanaatine sahip olmazlar, ona hüsn-ü zan beslerler. Yemeği haram olan kimse yahut ta fakirleri dışarıda tutup, sadece zenginleri davet eden ya da ziyafet mahallinde herhangi bir masiyet işlenmesi hali dışında, kardeşlerinin davetlerine icabet ederler.
    Büyük bir tarafa küçüklerle bile, yakın bir tarafa uzaklarla, alim bir tarafa cahillerle bile, güzel edeb ile geçinirler.
    İnsanların arasını düzeltmeye çalışırlar. Çünkü bu hayır kapılarının en güzeli, iyiliğin zirvesidir. Çünkü insanların aralarının düzeltilmesi ile; müslümanlar arasında düşmanlığı körüklemek, kini harekete getirmek ve ilişkilerini bozmak şeklindeki şeytanın plan ve amaçlarını bozar.
    Kıskançlığı kabul etmezler. Çünkü kıskançlık düşmanlık ve kin doğurur, imanı zayıflatır, dünyayı ve dünyada bulunan şeyleri -şer'î bir maksat sözkonusu olmaksızın- sevdirir.
    Anne-babaya iyilikte bulunmayı, onlara karşı güzel davranmayı emrederler. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Biz insana anasına babasına iyi davranmayı tavsiye (emr) ettik." (el-Ankebut, 29/8)
    Güzel komşuluk ilişkilerini, Allah'ın kullarına karşı yumuşak davranmayı, akrabalık bağını gözetmeyi, selamı yaygınlaştırmayı, fakir, yoksul, yetim ve yolculara merhametli olmayı emrederler.
    Övünüp, böbürlenmeyi, kendisini beğenmeyi, haksızlık yapmayı, haksız yere insanlara karşı çıkmayı yasaklarlar. Her hususta adaletten ayrılmamayı emrederler.
    Şeriatın işlerimizi teşvik ettiği faziletli hiçbir işi küçümsemezler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: "Kardeşini güleç bir yüzle karşılamak dahi olsa, iyilik namına hiçbir şeyi küçümseme." (Müslim)
    Kötü zan beslemeyi, gizlilikleri araştırmayı (tecessüs),müslümanların kusurlarının peşine takılmayı yasaklarlar. Çünkü böyle bir tutum toplumsal ilişkileri bozar, kardeşlerin arasını ayırır, fesadı eker. Kendi nefisleri için kızmazlar, çünkü onlar gazabın fıkhını iyi bilirler.
    Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Öfkelerini yutanlar ve insanları affedenlerdir onlar. Allah iyilik edenleri sever." (Al-i İmran, 3/134)
    ...Ve buna benzer nebevî ahlakın diğer hususları... (8)
 
DİPNOTLAR
(1) Münker'in değiştirilmesi için bazı şartlar aranır. Bunların bir kaçı: Münkerden uzaklaştırmaya çalışan kimse, kendisinden uzak tutmak istediği şeyi bilmeli: bir ma'rufun terk edilip bir münkerin işlendiğinden emin olmalı; münkeri bir başka münker ile değiştirmemeli; bu münkeri değiştirmesi, daha büyük bir münkere götürmemeli.
(2) El-Elbânî, Sahîhu Süneni't-Tirmizî
(3) Aynı eser. 
(4) Aynı eser. 
(5) Aynı eser. 
(6) Aynı eser.
(7) Aynı eser.
(8) Selef-i Salih'in yoluna davet etmenin hedefi Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'ın öğrenciliğini yapmış olan birinci nesle uygun bir nesil inşa etmektir. Yüce Allah, Rasülünü: "Şüphe yok ki sen çok büyük hir ahlaka sahibsin." (el-Kalem, 68/4) diye övmektedir. Bu yola davet etmenin maksadı  her ne kadar itikad birinci ve en önemli esas ise de -yalnızca itikadi konularda uygunluk değildir. Maksat büyük dinimizin bütün emirlerinde onlara uygunluktur. Çünkü bizim insanları kendisine davet ettiğimiz selefin yolu zihinde yer alan soyut bir bilgi değildir. Bu yol onların akide, düşünüş, yaşayış ve ahlak hususlarındaki yollarını, yöntemlerini kapsar. Maalesef günümüzde selefin yolunun önemli bir yanını teşkil eden bu hususun gereken önemi, itinayı ve bu doğrultudaki terbiyeyi haketliği kadarıyla elde etmediğini görmekteyiz. İşte bu yanın önemi dolayısıyla Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-: "Ben ancak ahlakın üstün değerlerini tamamlamak için gönderildim" diye buyurmuştur. Selef, Rasulullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'a uydular, onun ahlakıyla ahlaklandılar, onun emirlerini yerine getirdiler. Yüce Allah'ın: "Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. "(Al-i İmran, 3/110) buyruğunda dile getirdiği gibi idiler. Bizler eğer kurtulmak istiyor isek, selet-i salihimizin -Allah hepsinden razı olsun- izlediği yolu izlememiz gerekir.
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol